1945’li yıllar; tek parti iktidarında Kemalist ideolojinin toplumu çepeçevre kuşattığı yıllar.

         Nefes almak bile mümkün değil... Varsa yoksa ideoloji...

         İşte bu yıllarda Bediüzzaman ve Risaleler hakkında ülkenin pek çok yerlerinde davalar açılmış. Amaç belli: Düşünürü yani Kahramanı, ismi bilinen kahramanı susturmak ve eserlerini de mahkûm etmek.

         Bu davalardan biriside Denizli’de görülüyor. Denizlinin Ağır Ceza Reisi Ali Rıza Bey’de yine bir başka kahraman. Vicdanı el vermiyor Said Nursi’yi ve eserlerini mahkûm etmek için.

         Ama ya iki üyesi... İkisi de tam aksi kanaatte. “Herkes” kılıklı iki hâkim... Kulakları ve vicdanları güçlüden yana. Onlar önceden verilmiş olan kararı okumakla memur iki isimsiz insan.

         Mücadele sürdükçe sürüyor... Ta ki üyelerden birisi hasta olup rapor alıncaya kadar.

         Bunu fırsat bilen Reis Ali Rıza Bey koşuyor Hâkim Hesna Hanımın yanına; durumu izah ediyor ve soruyor: “ Beraat kararına imza atar mısın?”

         Bir kahraman bir başka kahramanla karşılaşırsa ne olursa o oluyor ve Hesna Hanım hiç düşünmeden cevabını veriyor:

         “Atarım!”... Nitekim atıyor da... Böylece beraat kararı çıkıyor Said Nursi ve eserleri için.

         Ben “bu kararın önemi nedir?” diye Kemal Beye sorunca kendisinden şu cevabı alıyorum:

         —Eğer aksine bir karar çıksaydı yazılan bütün risaleler toplanıp imha edilmiş olacaktı...

         “Ne büyük bir katliam olurdu Allah’ım!” diye içimden geçiriyorum. “Neden” diyorum, “neden bazıları dinden, düşünürlerden ve kitaplardan bu kadar korkarlar ki?”

         Sonra öğreniyorum ki verilen bu karar emsal teşkil etmiş de Risalelerin yazarı biraz olsun nefes alabilmiş.

         Hesna Hanım tekrar söz alarak:

         —Teyzem son derece işine vakıf ve seven bir hâkime idi. Denizlide de çok sevilirdi. Rahmetli babamın anlattığına göre, Denizli’de olsun Isparta’da ve hatta memleketi olan Senirkent’te olsun nereye gitse onu gören insanlar saygılarından dolayı hep ayağa kalkarlarmış...

         “Çok enteresan” diye tepki gösterince Hesna Hanım daha da fazla malumat vermek için anlatmaya devam etti:

         —Hatta 1975 yılında teyzemin vefatında, Rahmetli Babam Dr. Faik Şener, Hâkim Altan Şener ve Dr. Ali İhsan Şener birlikte cenazeyi alıp Senirkent’e getirmek için Denizli’ye gidiyorlar, fakat Denizlililer bir vefa örneği gösteriyorlar ve vermek istemiyorlar, gidenlere de saygı duymaktan başka bir çare kalmıyor...

         Dedikten sonra hüzünlü bir ses tonuyla şunu da ekliyor. “Denizli Belediyesi güzel bir yere onun ismini verse ne iyi olurdu”.

         Ne kadar haklı olduğu tartışmasız bir husustu. Denizli belediyesi böyle bir vefa örneğini pek ala gösterebilirdi... Onun ismini bir yere vermek suretiyle yaşatabilirdi.

         Daha sonra Hesna Hanımın anlattıklarından öğreniyoruz ki Bediüzzaman Hâkime Hanım için “o benim manevi evladımdır, bana yapılan her dua ona da gidecektir” demiş.

         Konu buraya gelince Kemal Kuybulu ağabeyim yine Senirkentli Ali İhsan Tola’nın bir hatırasını naklederek hâkime hanım ile yaşanan bir olayı aktarır: Bediüzzaman, Ali İhsan Tola vasıtasıyla hâkime hanıma selam göndermiş, bu selamı alan kahramanımız başlamış ağlamaya...

         Ağlamak, ağlayabilmek, ne kadar insani ne kadar da yüce bir duygu diye içimden geçirdim... Sahneyi gözümün önünde canlandırmaya çalıştım... Karşımda bir kadın ağlıyordu... Ama bu kadın bir kahramandı... O ayağa kalkan bir vicdandı...

         Bu arada Kemal Bey sözlerine devam ediyordu:

         — Daha sonra Ali İhsan Tola Üstada geri döner ve durumu anlatır. Olayı dinleyen Bediüzzaman “Ali İhsan, ben onun ismini gavsların, kutupların yanına yazdım, ona ben onlarla beraber dua ediyorum. Erkekler korktu ama o kendisini ortaya koyarak Kur’an davasına taraftar çıktı. Yarın mahşerde Kur’an ona şefaatçi olacak!”

         İşte bu nokta, kelimelerin kifayetsiz kaldığı, duyguların ise en kabarık mertebeye ulaştığı bir nokta idi.

         Konuklarıma bu güzel sohbet nedeniyle teşekkür ederken içimden de “e” diyordum, “şayet insanın bir ismi olursa o isim muhakkak yükseklere yazılır”

         Hatta o ismi “herkes” bilmese bile...