“ HAKİKATİ inkâra şartlanmış olanlar, -ister geçmiş vahyin mensuplarından isterse Allah'tan başkasına da ilahlık yakıştıranlardan (olsunlar)- kendilerine hakikatin açık kanıtları gelmeden (O'nun tarafından) gözden çıkarılacak değillerdir:”

“(onlara) kutsanmış tertemiz vahiyler ileten Allah'tan bir elçi (gelmeden”

“ doğruluğu kesin ve açık hükümler taşıyan (vahiyler ileten bir elçi).”

“ Ama kendilerine daha önce vahiy verilenler, hakikatin böyle bir kanıtı geldikten sonra (inanç) birlikteliklerini bozdular.”

“Oysa kendilerine yalnızca Allah'a ibadet etmeleri, bütün içtenlikleriyle yalnız O'na iman ederek bâtıl olan her şeyden uzak durmaları; namazlarında dikkatli ve devamlı olmaları; ve karşılıksız harcamada bulunmaları emrolunmuştu: çünkü bu, doğruluğu kesin ve açık olan bir ahlakî değerler sistemidir.”

“ Gerçek şu ki, (bütün kanıtlara rağmen) hakikati inkara şartlanmış olanlar, -ister geçmiş vahyin mensuplarından, isterse Allah'tan başkasına da ilahlık yakıştıranlardan (olsunlar)- kendilerini cehennem ateşinde kalıcı bulacaklar: onlar, bütün yaratıkların en şerlileridir.”

“ (Ve) iman edip doğru ve yararlı işlerde bulunanlar, işte onlar, bütün yaratıkların en hayırlılarıdır.”(Beyyine 98/1-7)

Rabbimiz yarattığı her varlık için büyük bir sabırla ve adil bir şekilde mühlet vererek, daha sonrası için kendini kurtarabilme imkânları sunmuştur.

İmkânların en başta geleni rahmetinin de eseri olarak da görebileceğimiz kitap ve elçisidir.

Kitabını ilk peygamber Hz. Âdem’den itibaren göndermeye başlamış ve son peygamber Hz. Muhammed ile sonlandırdığı vahiy zincirini bizlere emanet olarak yüklemiştir.

Kitap yani vahiy hepimiz için bir emanet niteliğindendir. Korunmasını rabbimizin yaptığı ama iman edenlerin de kendilerini koruyabilmek adına korunmuş kitabın sunduğu kitaba göre bir hayatı yaşama zorunluluğu bulunmaktadır.

Her ilahi kitabın ortaya çıkardığı bir hayat tarzı vardır ve kaynağında rabbimizin bilgisiyle, sınırları belirlenmiş bir hayatı yaşamanın zorunluluğu vardır.

Kitabın tümüne iman edenlerin sorumlulukları da; kitabın en iyi şekilde anlaşılması ve yaşanarak başkalarına bu bilginin sevgiyle aktarılmasını sağlayacak ilgiye sahip olma becerisidir.

Rabbimizin emaneti olarak algılanacak bir kitabın zerresine bile zarar gelmemesi söz konusu olduğu halde; kitaba göre hayatını sürdürmesi gerekenlerin kitaptaki hükümleri kendi nefislerine uydurmaya kalkışarak hayatın tüm sınırlarını başkalarına göre tanzim etmeye kalkışmaları, geçmiş toplumlardaki yanlışların tekrarından başka bir şey değildir.

İman edilen kitap ile onun içinde belirtilen kurallara göre bir hayatı yaşama, İslam kavramının algısını kolaylaştırırken; iman ettiğinin bilincinde olmadığı için başka ilahlar ve onların belirlediği standartlarda bir hayatı yaşamayı ideal edinenler, mutlaka şaşkınlıklarının bedelini cehennem ateşiyle ödeyeceklerdir.

Rabbimiz çok açık bir şekilde kitabı ve onu açıklayarak, davranış haline getiren elçiyi gönderdiği halde; onu örnek alarak sınırlarını Allah’ın belirlediği sınırlarla sınırlamayanlar, mutlaka hesabın ve kitabın gereğini yapmamanın cezasını çekeceklerdir.

Rabbimizin muhatap alarak kul olma şerefini bahşettiği insanoğlunun kendi değerini görmezlikten gelerek Allaha kul olma yerine başkalarına kul olmakla düştüğü çukurun farkında olmayışı; öldükten sonraki hayatın ve dünya hayatının zorluklarla geçirilecek bir sürecin başlaması anlamına gelecektir.

Rabbimizin kimseyi kötülüğe itmediği herkesçe bilinirken ;birilerinin sanki kendi müdahalesi yokmuşçasına, sapkınlıklarının suçlarını Allah’a atmaya kalkışmaları kendilerini kandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.,

Kitabın ve elçinin gönderilmesiyle ilgili şüphesi bulunmayan inanmışların; sanki hiç gönderilenlerden haberi yokmuşçasına başka yaşam tarzlarını tercih etmekle, fıtratlarında yaşayacakları çatışmalarla, huzursuz olmaları kaçınılmaz olacaktır.

Peygamberimizin aktardıklarında, anlattıklarında, uyguladıklarında asla üzerine düşen yükümlülüklerle ilgili eksiklik olmadığı halde; kendi eksiklerini görmezden gelen beyinlerin, uygulamalarla ilgili çelişki varmış gibi haller içinde olmaları, yapılanların bilinçsizce yapıldığı anlamına gelmesini karşımıza çıkarmaktadır.

Kendince kitabın anlaşılmazlığını savunarak yeni beşeri sistemlerden kendilerine çıkış yolları bulmaya kalkışanların ayarttığı ve saptırdığı bir takım kafaların; ölümden sonra kendilerine sağlıklı bir yol bulmaları imkânsızdır.

Vahyin ve elçinin inanmışlara ulaşması her şeyin en güzel şekilde sonuçlanacağı anlamına gelemediği gibi; buna inanmakla kendini askıya alınmış inançlara teslim edenlerde, artık kurtuluş yollarını bulamayacaklarıdır.

İman ettikten sonra işin bittiğini zanneden kafaların inanmakla, asıl işin yeniden başladığı görmekte gecikerek, ölüm gerçeğiyle kendilerinin iflah olmaz bir hastalığa müptela olduklarını fark ettikleri zaman maalesef geç kalmış olacaklardır.

İman etmekle başlayan süreç; imanın gereği olacak davranışları, tavırları ve mücadeleleri vermeyi gerektirir. İman etmek ve iman sahibi olarak kalmak, birbirini takip eden iki olgudur. İman etmekle imanlı kalmak birbirini takip edemediği zaman sorgulanması gereken imanla ilgili esaslar değil; iman ettiğini söyleyen insanın zihni ve hayatı ile ilgili konularda yaşadığı dönüşümlerdir.

İman ettiği halde uğradığı dönüşümü fark etmeyerek sanki doğru bir yol üzerinde zannettiği halde; ayağının kaydığını fark etmeyişi, son dakika hüsranlarını yaşatacaktır insanoğluna.

İnançların ilk seferde temiz olmasına rağmen daha sonra çevresel etkenlerle inançlarında kayma bulunanlar; meydana getirdikleri bozulmayı zamanla davranışlarıyla da onaylamaya başlayacaklardır.

İnançların değişmediği bir hayat tarzında; kendilerini dönüştürerek inançlıymış gibi kendilerini görseler de, dönüşümün farkına varamamaktan dolayı sözleriyle eylemlerinin farklılık göstereceği bir hayatın sahibi olmaya kendilerini mahkûm edeceklerdir.

Rabbimizin dönüşmeyi ortadan kaldırmak adına kitap ve elçi göndermesi iyice kavranmadığı zaman; konuya standartlarını kazandıracak tüm ölçüler saf dışı bırakılmak suretiyle, gerçeklerin görmezden gelinişi, davranışlarda bulunması gereken standartların da zaman içinde dönüşmesini sağlayacaktır.

Batılla birlikte hayatı yaşamaya başlayanlara artık batılın elinde bulundurduğu güçlerden istifade etmek isteyerek;  inanılması zor bir kulvara girmekle kalmayıp batılın yaptıklarını da meşru hale getirecek yorumlarla kendi durumlarının da gizlenmesini sağlamaya çalışacaklardır.

Batıldan uzak durmakla başlayan süreç namaz ve Allah için paralarından harcama yapması gereken insanı bu davranışlardan uzaklaştırmakla; kendisine sorumlulukları hatırlatacak kulluk görevlerinden de soğumalarını ve zaman içinde sadece kalan son enerjiyle birilerine şiirin görünmek adına alışılmış davranışlar haline dönüşecektir.

Namaz ve infakın devamlılığı Allah’a bağlılığı ifade etmesi bakımından önemli olduğu halde, insanın artık başkalarına iyi görünmek adına yaptığı ibadetlere dönüşmesi, son kalan umutlarında şeytan lehine gelişme göstermesiyle sonuçlanacaktır.

Yaratılmışlar içinde çok alkış toplayan ve meşhur olanların Allah katında ne kadar bir değere sahip olduklarını düşünmeleri ve kendilerine Allah Teâlâ ne kadar hayatlarında müdahale ediyor ve emirleriyle hayatı yönlendiriyorsa; bu durumda konumun tespitini yapmak kolay hale geliyor demektir.

Hayırlı olmak ve şerli olmak rabbinin rızasını arayan ve umanlar için bir eğer ifade etmektedir. Hayırlılar sorumluluklarını yerine getirmede sözleri ve eylemleriyle tek hedefe yönelmişken; diğer dünyalık elde etme derdinde olanlar da başkalarının alkışları ve temennalarıyla, kendilerini inanmadıkları halde mutlu oyunu oynayan aktörler konumuna getirmiş olacaklardır.

İnsanların dönüştükleri her konuya ait olacak genel prensipleri rabbimiz kitabıyla çözmek isterken; insanın bundan kaçarak kendi kafasına göre bir takım çözüm yolları denemeye kalkışması, inançla inançsızlık arasında giden insanın durumunu gözler önüne sermektedir. Rabbimiz bu durumu şöylece bizlere açıklar;

“Sana bu ilahî kelâmı yalnızca, üzerinde çekişip durdukları (dinî) sorunları onlara açıklayasın ve inanmaya eğilimli olan kimselere de onu doğru yol bilgisi ve rahmet olarak (ulaştırasın) diye indirdik.”(Nahl 16/64)

Kuran bütün insanlığın kurtuluş yollarını gösterir. Bu anlamda sadece bir gruba veya bir bölgeye has kurtuluş reçeteleri değil dünyanın her yerinde yaşayan insanların kurtuluş yollarıyla toptan bir kulluğa ve kurtuluşa çağrı mesajıdır.

Rabbimiz kendisinin, ihtiyacı olmadığı ve insanların öldükten sonraki hayatlarında mutlu olmalarını sağlayacak mesajları gönderdiği halde; insanın nankörlük yaparak sanki hâşâ Allah’a lütufta bulunuyormuşçasına bir hava ile davranışlarını yaparken nazlanmaya kalkışması, bilinçsizlikten başka bir şey olmayacaktır.

Rabbimizin uyarı niteliğinde gönderdiği kitabını anlaşılamaz diyerek bir kenara atmaya kalkışan mantığın, uyarıyı algılaması ve uyarılara dikkat ederek bir hayatı yaşaması da söz konusu olmayacaktır.

Bir insanın uyarıları algılayacak bir algısının oluşması için; algıya açık bir gönlün olması gerekmektedir. Gönlün algıyı alabilmesi ise; öncelikle iman eden ve ilahi vahyi dinlerken onun gösterdiği yoldan gitme kastıyla onu dinleyen olmak gerekmektedir.

İman etmeden vahiyden faydalanmak söz konusu olmayacaktır.

Kuran insanların aralarındaki tüm anlaşmazlığa düştükleri konularda rabbimizin çözüm yolu teklif ettiği kitabıdır. Teklif edenin yaratan olması; yaratılmışların bu konuyu ciddiye almaları içinde yeterli sebeptir. İman etmeyi yeterli bulmayarak kendince başka yollar aramaya kalkışmak; işte iman ettiğini söylediği halde bilinçsizce başka ilahların pençesine düşmeyi fark etmemek gibidir.

Hepimiz öldükten sonraki hayatta tek yetkilinin Allah olduğunu bilip iman ettiğimiz halde; ölmeden önceki hayatımız için tek yetkiliyi Allah olarak görmediğimiz müddetçe tevhid anlayışını ve onun getirdiği hayat tarzını algılama imkânına sahip olamayız.

Her konuda ilk müracaatımızı rabbimize yapamadığımız müddetçe başkalarından medet uman ve kargaşayı bitirmesi için yeniden kargaşa çıkaranlara her şeyi teslim ettiğinin farkında olmayan varlıklar haline döneriz.

Yaratırken kimseye sormayan veya izin almayan rabbimiz hesaba çekerken de asla birilerinden izin alacak değildir.

Her şeyde kendisinin tek yetkili olduğunu kabul etmek, hayattaki her işi ona teslim etmeyi yani onun istediği bir hayatı seçmeyi bizlere farz kılmaktadır.

Namazı farz kabul ettiğimiz gibi kötülüklerden kaçmayı, kötülüklerle mücadele etmeyi, iyiliklerin yeryüzüne hâkim olması için elimizden gelen tüm çabayı göstermekle kendimizi kıyamette kurtarabileceğimizi bilmemiz gerekmektedir.

Doğmadan iktidarını kabul ettiğimiz rabbimiz, yaşadığımız ömür içinde de iktidar sahibi kabul etmekle kendimizi kıyamette de iktidar sahibi olacak Allah’a teslim etmiş olabiliriz.

Allah’a isyanla geçen bir ömrün sonunda, isyanla ölen insanın; rabbinin rızasını beklemeye hakkı olmayacaktır.

Allah kendisinin seçtiği sırat-ı müstakimden giden ve bu yol üzerinde şeytanın saptırmalarına karşı da uyanık olarak devam edenler için vaat ettiği güzellikleri bahşedecektir.

Rabbimizin hak etmeyene güzellikleri vermeyeceğini bilmekle, şimdiden üzerimize düşen sorumlukları yerine getirmenin çabası içine girebiliriz.

Hayatını gönderilmiş vahyin bulunduğu kitaba göre geçirmeyenlerin; kıyamette ellerine alacakları kitapları da mutlaka kaybedenlerin ellerine alacakları kitaptan başka bir şey olmayacaktır.

Rabbimiz bu konuyu şöylece bizlere öğretir;

 

“ BU KURAN'IN, İsrailoğulları'nın üzerinde anlaşmazlığa düştükleri pek çok meseleyi açıklığa kavuşturduğu ortadadır.”

“ Çünkü o inanmak isteyenler için gerçek bir yol gösterici ve bir rahmettir. “

“ Gerçek şu ki, (ey inanan kişi), senin Rabbin onların arasında kendi yasalarıyla hükmedecektir; çünkü her şeyin aslını bilen en yüce iktidar sahibi O'dur .”(Neml 27/76-78)