Sosyal olayların tipik bir özelliği hesaba kitaba gelmemesidir. Birileri planlanan olaylardan bir şeyler devşireceklerini umarlar fakat umduklarını değil bulduklarını yerler çoğu zaman.
    Bunun sebebi toplumsal olayların, fenni ilimlerde olduğu gibi kesin kanunlarının olmamasıdır.
    Mesela normal şartlar altında su her zaman yüz derecede kaynar ama  Hitler öncesi benzeri yaşanan her toplumsal yapı mutlaka yeni bir Adolf Hitler dünyaya getirmez.
    Halkımız bu vakıayı “kadı her zaman pilav yemez” sözü ile özlü hale getirmiş.
    Bunun en seçkin örneklerinden birisi Hrant Dink cinayeti sonrası yaşananlar oldu. Bu zalimce eylemi düzenleyenler ne umuyordular fakat ne buldular.
    Bence umduklarının tam da tersini buldular...
    Onlar ülkede bir kargaşa çıkartıp yönetime el koyacaklarını umuyorlardı. Ama nerede ve ne zaman patlayacağı kestirilemeyen toplumsal vicdanın azizliğine uğradılar. Kendi kazdıkları kuyuya kendileri düştüler.
    Ölüm haberini alır almaz yollara dökülen on binlerce insan olayı protesto ediyorlardı. Üstelik “hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” diye çarpıcı bir slogan eşliğinde.
    Bence bu slogan son derece çarpıcıydı, çünkü o insanların zulme uğrayan bir mağdurla özdeşleştiklerini ve kendilerini onun yerine koyduklarını ifade ediyordu. Dini, milliyeti, ırkı, düşüncesi ne olursa olsun mazlumun yanında olup zalimin karşısında olmayı dile getiriyordu.
    Zulme uğrayanın yanında olmanın en uç noktasını, kendisini onun yerine koymanın en keskin dili haline gelivermişti o atılan slogan.
    Hâlbuki katiller bunu mu dilemiş, bu sonucu mu niyetlenmişti? Onlar gayrimüslim vatandaşlarla huzursuzluk çıkarıp “Türkçü” duyguları galeyana getirmek suretiyle keşmekeş çıkaracaklarını umuyorlardı.
    Muhtemelen dışarıya da dönüp “bu dinciler işte böyledir, biz iktidara el koymazsak bütün Hıristiyanları öldürmeyi düşünürler” demeyi planlamış da olmalılar.
    Ama onlar Türk Milletini tanımadıkları için onun vicdanını hesaba katmayı ihmal ettiler.
    Tıpkı bir Komutanın Fatih Sultan Mehmet Han’ın resmini gösterip “hiç Türk’e benziyor mu?” diye sorması gibi. 28 Şubat döneminin hızlı paşalarından Doğu Silahçıoğlu Fatih’in resminin slâyt gösterisi ile yansıtıldığı bir ortamda aynen bu küstah tavrı sergilemişti.
    Aynı zamanda “Cumhuriyet Gazetesi” yazarı da olan bu şahıs güya Fatih’i Türk’e benzetmeyip aklı sıra “Türk” prototipi olarak kendini ve kendisi gibi olanları ileri sürüyordu.
    Prototipi yani ilk örnek; zira bu kafa Türk ile tarihini çok şedit bir şekilde birbirinden ayırıp yeni yetme bir “Türk” toplumu icat etmeyi düşlüyordu.
    Ancak ne var ki binlerce yıllık bir toplum öyle birkaç fırçalık rötuşla başkalaşamazdı. Şuuraltına yerleşmiş hasletleri ve vicdanı üzerinde tasarrufta bulunulması pek öyle basit bir iş değildi.
    Bunu becermek hiçbir ideolojinin harcı olmasa gerekti...
    Verilebilecek diğer bir örneğin Yargı Erkimizle ilgili olduğunu sanıyorum. 28 Şubatta cuntacılar Yargı mensuplarını toplayıp brifing vermiş ve kendilerini ayakta alkışlatmışlardı.  Bunu yaparken bağımsız bir kuvvet olan yargı camiasını yaralayabileceklerini ve incitebileceklerini hiç düşünmemişlerdi.
    Keza en önemlisi yapılan ihtilaller ve kapatılan partilerin bu milleti günün birinde ziyadesi ile rahatsız edip “yeter artık!” noktasına gelebileceğini hiç düşünmemişlerdi.
    Yukarıda söz Cumhuriyet Gazetesinden açılmışken geçen hafta manşetine çıkan Oğuzhan Asiltürk’ten söz etmemenin hakşinaslık olmayacağı kanaatindeyim.
    Daha önce televizyonda da benzer cümleleri duymuştum. O kendisine has ses tonu ve gerdan kırması ile darbeden yargılanan generallerin ABD karşıtı olduğunu falan söylüyordu.
    Hazret aynı demeci Cumhuriyet Gazetesine de vermiş. Güya Ergenekon ABD’nin İran’a saldırısına karşı çıkan 7 generalin tasfiyesi için yapılmış(!)
    Dahası var: Toprak altından çıkan Lav silahı ve mühimmatının da ABD tarafından bulunduğunu(!) iddia etmiş.!?!
    Okurken yüzümün kızardığını hissettim, doğrusu...
    Be kardeşim! Daha dün senin partilerin, Cumhuriyet Gazetesinin asılsız haberlerinden oluşan klasörlere “delil” denilerek kapatılmıyor muydu?
    Sen nasıl o gazetenin manşetine çıkma bahasına bu denli sorumsuzca konuşursun!
    Sen o demeci verirken okuma hakkı elinden alınan ve ruhsal yapıları bilinçli olarak bozulmaya çalışılan genç kızlarımızın hali hiç mi aklına gelmedi?
    Nerede bu vicdan? Nerede insaf? Nerede insanlık?
    Ha! Yukarıda söylemeyi unutmuşum: Sosyal olaylar bazılarını umulduğu gibi etkiler...