Minimal İnvaziv Üroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Cenk Yücel Bilen, her erkeğin prostatının yaşla birlikte büyüdüğünü belirterek, “Prostatın büyümesi hastalık anlamında değildir. Bir yerde radyolojiye gittiğinizde ‘sizin prostatınız büyümüş bir üroloğa gidin’ önerisi ile karşılaşılır, bu yanlış bir yönlendirmedir. Bir erkeğin prostatının büyümesi hastalık değildir” dedi.

Minimal İnvaziv Üroloji Derneği tarafından düzenlenen “5. Ulusal Minimal İnvaziv Ürolojik Cerrahi Kongresi” Antalya’nın Belek turizm merkezindeki bir otelde gerçekleştirildi.

Kongre kapsamında düzenlenen toplantıda konuşan Minimal İnvaziv Üroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Cenk Yücel Bilen, kongreye minimal invaziv ürolojik cerrahi alanından yaklaşık 350 hekim katıldığını, birçok konuda son gelişmelerin detaylı olarak ele alındığını ve 31 oturum gerçekleştirildiğini belirtti.

Kongrede 4 adet canlı cerrahi ameliyatın gerçekleştirildiğini dile getiren Prof. Dr. Bilen, “Hacettepe Üniversitesi ve 19 Mayıs Üniversitelerinden kongreye canlı yayınlar yapılmaktadır. Kongreye yurt içinden ve yurt dışından 74 konuşmacı ve oturum başkanı katıldı. Kongreye 150 bildiri başvurusu gelmiş, bunlardan 31 poster, 36 video ve 47 sözel bildiri kabul edildi" diye konuştu.

Ürolojik cerrahi alanında teknolojik anlamda gelinen nokta hakkında bilgi veren Bilen, “Büyük kesiler yapmadan, vücudun kendi açıklarını kullanarak, burun, kulak deliği, vajen, ağız gibi bu delikleri kullanarak vücudun içine ulaştığımız cerrahilerin hepsi minimal invaziv cerrahilerdir. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte modern, göz alıcı, hastaların istediği herkesin bir şekilde ulaşmaya çalıştığı cerrahiler olmaya başladı. Aslında havalı olmalarının dışında çok büyük özellikleri yok. Lazer, robot sistemi, endoüroloji havalı isimler ve teknolojik aletlerimiz var. Bugüne kadar geliştirilen açık cerrahi yöntemlerinin üstüne koyduğumuz hastaların genel sağ kalımı anlamında özellikle kanser cerrahisinde ekstrası yok. Bu yöntemler hastaların çabuk iyileşmesini, ağrıların az olmasını, kanamaların az olmasını sağlıyor, ev ve işlerin erken dönmelerini sağlıyor. İnsanların en büyük korkularını bir kenara koyuyor. Hepimizin çok korktuğu aslında ağrı ve acı çekmedir. Minimal invaziv cerrahiler bu korkuları bir nebze de olsa bir kenara koyuyor” ifadelerine yer verdi.

Minimal invaziv cerrahinin son dönemde modern kanser cerrahisinin de temellerini oluşturmaya başladığının altını çizen Prof. Dr. Cenk Yücel Bilen, “Kanser cerrahisini yaparken, özellikle ürolojik kanserlerde bundan 20 yıl önce insanların içi açıp bakılırdı. Birçok insan bu cerrahilerde hayatlarını kaybeder ya da sakat kalırlardı. Son 15 yıldır cerrahi minimal invaziv cerrahi aletlerinin gelişmesiyle modern bir kansere bakış açışı oluştu. Cerrahi planlamamız kanser oluşmuş organı yok etmekten, sadece oluşan o noktayı tedavi etmeye ve orayı korumaya yöneldi. O dokuyu koruma ileri teknoloji ile gelişti. Bu konudaki en önemli gelişmeyi prostat kanserinde yaşıyoruz. Prostat kanseri bizim görüntüleme yöntemleriyle kanser olup olmadığını anlatamadığımız tek organdı. Yıllarca erkekleri öldüren en önemli sebeplerden biri prostat kanseri oldu. Göremediğimiz için rastgele biopsilerle tanı konuşmaya çalıştık. Büyük cerrahilerle prostat kanserini tedavi ettik. Yeni gelişen MR görüntüleme yöntemleriyle son derece ölümcül olan prostat kanserlerinin tanısını koymaya başladık. Hedefe yönelik biopsiler almaya başladık. Kanserli noktayı yok ettiğimiz noktalar üzerine odaklandık” diye konuştu.

“Prostat kanserinin yüzde 80’ini görüntüleyebiliyoruz”

Bugün prostat kanserinin yüzde 80’ini görür hale geldiklerini vurgulayan Prof.Dr. Cenk Yücel Bilen, “Organı olduğu yerden sök çıkar geri kalanı birbirine dik. ‘Sinir korudum, erkeklik kaybı oldu.’ Dokunun içindeki kanseri görüyorsak, bir sürü enerji kaynağını oraya odaklayarak kanseri yok edebilir hale gelmiştik. Bu teknolojiyi artık prostatta kullanmaya başladık. Birçok erkek hastanın, idrar kaybı, idrar kaçırma gibi sorunlarını kenara koyduk. İki cc kanda 3 bin küsur gen mutasyonuna bakılabiliyor. O kanserin ne zaman geliştiğini nereye gideceğini, huysuz olup olmadığını gibi verilere sahip olunacak. Öngörümüz arttıkça, organları koruyacak cerrahi yöntemlerde uygulamaya girecek” şeklinde konuştu.

“Her prostat büyümesi hastalık değildir”

Bir hastanın hekime geldiği zaman “Ben prostat oldum” dediğini aktaran Prof. Dr. Bilen, “İnsan prostat olmaz, insanın prostatı da sonradan olmaz. Prostat üreme organlarının bir parçasıdır. Üreme için gereklidir, spermin insan vücudunda dışında sağ kalabilmesi gerekli olan maddeleri salgılamakla yükümlüdür. Her erkeğin prostatı yaşla birlikte büyür. Bunun büyümesi hastalık anlamında değildir. Bir yerde radyolojiye gittiğinizde, ‘sizin prostatınız büyümüş bir üroloğa gidin’ önerisi ile karşılaşır bu yanlış bir yönlendirmedir. Bir erkeğin prostatının büyümesi hastalık değildir. Prostat kanseri, prostatın büyümesinden tamamen farklıdır. Erkeklerde prostat büyür, aynı zamanda kanser de gelişebilir. İkisinin bulgularının birbiriyle hiç alakası yoktur. Prostat kanserinin bulgusu yoktur, taranarak, şüphelenilerek, üzerine gidilerek bulunur. Bir prostat büyüdükçe sıkıntıya yol açmak zorunda değildir. O prostatın kıvamı ve içinden geçen idrar kabalı yaptığı basınçtır önemli olan" dedi.

“10 erkeğin ikisinin yaşam süresi boyunca prostat sorunu olur”

Prof.Dr. Bilen, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bizim ülkemiz endemik olarak prostat hastalığının olduğu yerde değildir. Kanserin olduğu alanda mıyız? Asya ile Afrika ortasındayız, oralarda kanser görülme sıklığı yüksektir. Bizim ülkemiz bu rakamlardan arındırılmış durumdadır. Bizde Avrupa rakamlarına yakınız. Yüksek riskli bir popülasyon durumunda değiliz. Her erkek yeterince yaşarsa prostat kanseri olur, her erkek prostat kanserinden ölür mü? Bu hastalığın ölümcül olanıyla olmayanı ayırmak lazım. 10 erkeğin ikisinin yaşam sürecinde iyi huylu prostat hastalığı ile ilgili sıkıntıları olur. Bunlar yüzünden yarısı ilaç tedavisi alır. Bunların yüzde 10’unun kesimin ameliyata ihtiyacı olabilir.”

“Kapalı yöntemle nakil”

Minimal İnvaziv Üroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Ender Özden ise, böbrek yetmezliğinin insanoğlunun karşılaştığı en sık sağlık problemlerinden biri olduğunu belirterek, hastaların zaman içinde yüksek tansiyon ve diyabete bağlı olarak durumlarının ağırlaştığını söyledi.

Türkiye’nin büyüyen problemlerinden birinin böbrek yetmezliği olduğunu dile getiren Doç. Dr. Özden, “Bu problemin en etkili çözüm yolu böbrek naklidir. Ülkemizde uzun yıllardır böbrek nakli cerrahisi uzun yıllardır başarıyla yapılıyor. 2015 yılından itibaren cerrahi tekniklerinde gelişmeler yaşanmaya başladı. Hedefimiz böbreğin taktığımız insanda uzun süre kalmasını sağlamaktır. 1954’te ilk yapıldığı yıldan bu yana hala aynı yöntemle böbrek nakli yapılıyor. Klasik kesilerden farklı olarak daha küçük kesilerden böbreği vücudun içine yerleştirdikten sonra, kapalı yöntemle nakil yapılmaya başlandı. Ülkemizde ilk defa 2015 yılında 19 Mayıs Üniversitesinde yapıldı. 2017 yılında bir ilk daha gerçekleştirerek böbreği yerleştirmek için kesi yapmadan iki tane kadın hastamıza uyguladık. Böbreği vajenden yerleştirdik. Türkiye’de ilk olma özelliğini taşıyor bu teknik. Kesi yara yerine bağlı enfeksiyonlar bizi uğraştırıyordu. Kesileri küçük tutarsak hastaları bu risklerden uzak tutabiliriz. Uygun hasta olduğu sürece tekniği uyguluyoruz” diye konuştu.

“Ekip çalışması”

Beyin ölümü gerçekleşen kişinin böbreğini en uygun hastaya naklettiklerini ifade eden Doç. Dr. Özden, o nedenle sayıların biranda yükselmediği kazanacakları tecrübeyle canlıdan nakil üzerine de geçebileceklerini bildirdi.

Kapalı yoldan böbrek naklini yapabilmek için tecrübe gerektiğine işaret eden Doç. Dr. Özden, “Çok ciddi bir ekip çalışmasıdır. Bu ekiplerin son basamağı olarak görebiliriz. Damarları birbirine bağlamak ve dikmek kolay değil. Öyle bir dikeceksiniz ki hem daralmayacak hem kanamayacak. Belli başlı merkezlerde yapılıyor” ifadelerine yer verdi.

İki kadın hastaya vajenden böbrek nakli yaptıklarını kaydeden Doç. Dr. Özden, hastaların sağlık durumunun iyi olduğunun bilgisini verdi.

“Artık hastalar Türkiye’ye geliyor”

Minimal İnvaziv Üroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Yakup Kordan da, minimal invaziv cerrahilerin teknolojiyi takip eden belirli bir deneyimin üzerine organize edilen cerrahiler olduğunu aktardı.

Bu cerrahide hem beceri hem tecrübe gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Kordan, “Eskiden insanlar tedavi için yurt dışına gidiyordu artık bu süreç geriye döndü. Artık Türkiye’ye insanlar ameliyat olmak için gelmeye başladı. Akış geriye döndü. Bu Türkiye’ye maddi anlamda sağlık turizmi anlamında katkı veriyor. Minimal invaziv cerrahinin şöyle bir iddiası yoktu, klasik cerrahide yapılamayanı yapmak gibi. Açık cerrahiyle, minimal invaziv arasında başta çok fark yoktu. Kozmetik açıdan, hastanede kalış süresi, kan kayıpları ve günlük hayata dönüş açısından avantajları ortaya çıktı” diye konuştu.

“Taş hastalığını tam önleyemiyoruz”

Minimal İnvaziv Üroloji Derneği İkinci Başkanı Prof. Dr. Atilla Arıdoğan ise, açık böbrek taşı cerrahisinin oldukça az yapıldığına dikkat çekerek, idrar kanallarından girerek taşları milimetrik lazerlerle almaya başladıklarını anlattı.

Sırttan girilen optiklerle ve lazerlerle hastaların taşlarını kırdıklarını ifade eden Prof. Dr. Arıdoğan, “Biz kırmızı kuşak içindeyiz taş hastalığı açısından. Endemik kuşak yayın görülen coğrafi bölgedeyiz. Son yıllarda bir takım ilaç tedavileri gelişmeye başladı. Henüz taşı önleme yolunda şu kesindir dediğimiz bir şey yok. Cerrahi olarak her yerdeki taşlara ulaşabiliyoruz. Karından girerek kapalı yöntemle de farklı yerde bulunan böbreklerdeki taşları alıyoruz” dedi.