Konuyu Kemal Tahir’e getirip de Baykan Sezer’den söz etmemek mümkün müdür? Eğer hakşinaslığı bir kenara bırakmayı göze alabilmişsek evet. Neden mi? Çok basit Kızılçelik’in ifadesiyle merhum Sezer, Kemal Tahir’in “ruh ve fikir ikizidir” de ondan.(Sezgin Kızılçelik. Kemal Tahir 100 yaşında sf:188) Kemal Tahir,  tarihi nasıl edebiyat ile birleştirmişse, Baykan Sezer’de sosyoloji ile birleştirmiştir. Tarihsiz bir sosyolojinin hiçbir anlamının olamayacağı yahut olanın Batı’dan tercüme olup “yerli” olmayacağı, onun en baştan beri, elde var biridir.
            Diğer bir ifadeyle onun tasası Türk toplumunun kimliğini sosyoloji vasıtasıyla ortaya koyabilmektir. Bu nedenle sosyoloji yapmış ve yaparken de ilk husus olarak, bir disiplin olarak sosyoloji  de kendi gelenek ve yöntemlerini geliştirmeye bakmıştır(Sf:189).
            Hâlbuki kendisinden önce sosyolojinin temel uğraşısı “Doğu toplum yapısından Batı toplum yapısına nasıl geçebiliriz?” sorusu olmuştur. Bu nedenle temel tartışma konuları Batılılaşma, çağdaşlaşma, laiklik, milliyetçilik ve azgelişmişlik üzerine oturmuştur.(H. Bayram Kaçmazoğlu. Doğu-Batı çatışması. Sf:29) Elbette hiçbir yerlilik ve özgünlük kaygısı taşımadan, Batı’dan yapılan tercümelerle iş kotarılmaya çalışılmıştır. Böyle bir sosyolojinin gelenek oluşturma ve yöntemini belirleme gibi bir kaygısının ol(a)mayacağı tartışmasızdır.
            Kısacası merhum Baykan Sezer’de tıpkı Kemal Tahir gibi hazır kalıplarla toplumumuzu izah etmenin ve anlamanın mümkün olamayacağını göstermek için didinmiş durmuştur.
            Bu nedenle tıpkı Kemal Tahir gibi o da hâkim Epistemik çevrelerce “yok” farz edilmeye çalışılmıştır.
            Ama çok şükür ki bu konuda başarılı olunamamış; Baykan Sezer’in eserleri kadar yetiştirdiği talebeleri de makûs kaderimizin beyinlerimize döşediği zincirleri kırmaya başlamışlardır.
            Yukarıda belirtildiği gibi o bir Türk sosyolojisi yapmanın gayretindedir. Ama bu asla milliyetçi bir sosyoloji çalışması yaptığı şeklinde yorumlanmamalıdır(Kaçmazoğlu Sf:32).  Üzerine basa basa tekrarlayalım: o yerli olmanın peşindedir. Yerli olmak milliyetçi olmak anlamına gelmediği gibi, yerel olmak/kalmak anlamına da gelmemektedir. Kendimizi anlamaktan ve izahtan başlayarak evrensel boyutları izaha ulaşan disiplinler kurmamız mümkündür. Zaten Batı’da bunu yapmamış mıdır? Bütün sosyal disiplinleri, Batı yerelinden hareketle evrensel bir izah getirme gayreti değil midir? Batının üzerimizde başarılı olması demek bir anlamda kendimizi ötekinin gözüyle görüp anlamaya başlamamız demek  değil midir?
            Bu bakımdan içimizdeki Batılılar sağcı, solcu, laik, Avrupai, milliyetçi, ulusalcı hatta dindar dahi olabilirler ama asla yerel olamaz ve olmaktan da hazzetmezler.
            Bu bağlamda merhum Sezer kendi sosyolojisini kurarken evvela Türk Kimliğinden hareket etmiş ve sonrada Doğu-Batı çatışması teorisine kadar giderek olayın evrensel boyutunu işlemeye çalışmıştır. Daha açıkçası o Türk kimliğini ararken tarihte yaşanan bu temel çatışmaya ulaşmıştır.
            Tıpkı Kemal Tahir gibi; yine onun gibi Batıcılaşmanın bizi hep geriye götürdüğü kanaatini taşıyarak.
            Baykan Sezer Türk toplumunun kimliğinin tespitini amaçlarken bunu anlamsız ve gayesiz bir heves ile yapmamıştır. Olması gerekenin bu olduğu için yapmıştır. Çünkü o bir sosyologdur. Sosyoloji ise en öz tarifiyle “toplumların kendi sorunları ve kimlikleri üzerinde bir bilinçlenme biçimidir”(Ertan Eğribel-Ufuk Özcan. Sosyoloji Yıllığı. Kitap 12. Sf:7)
            Böyle bir bilinçlenmenin tarihten, daha doğrusu dünya tarihinde toplumları birbirinden farklı kılan faktör ve sebeplerden ayrı düşünülemeyeceğine göre, cevaplanması gereken ilk soru ‘toplumları birbirinden farklı kılan şey nedir?’ sorusudur. O bu yöndeki çalışmalarında tarihte toplumları şekillendiren temel bir çatışmanın olması gerektiğini düşünmüş v ikinci olarak şu soruyu sormuştur: tarihte ki temel çatışma nedir?
            Doğulu ülkelerin Batı’lı ülkeleri bitmez tükenmez bir iştahla takip etmeleri midir? Yani günümüzün ileri-geri çelişkisi midir? Bunun kabulü demek Batı’nın medeniyetinin evrensel olduğu anlamına gelecektir. Bu iddia Batı menşeli basit bir ideolojidir, daha da kötüsü kabul etmek demek tarihteki misyonumuzdan, farklılığımızdan feragat etmek anlamına gelecektir.
            Çünkü Batı Medeniyeti evrensel olmadığı gibi bir toplumun medeniyet değiştirmesi demek, tarihin temel çatışması ile ona kazandırmış olduğu kimlikten feragat etmesi demektir.
            Her ne kadar Ziya Gökalp Durkheim’den mülhem sosyolojisi ile bir yandan öbür kıyıya atlarken ceplerimizi “hars” ile doldurmamızı öğütlese de durum değişmeyecektir. Değişmeyecektir çünkü medeniyet değiştirmek demek tarihin bize kazandırdığı kimliği hiçe saymamız demektir. Üstelik Batı değerlerinin evrensel olduğu hususu da Batı tarafından çıkarılmış palavradan öte bir şey değilken.
            Peki değilse bu temel çelişki sınıf mücadelesi midir? Yahut ulusların mücadelesi mi? Yoksa işin sırrı dinde midir?
            İşte bu sorularla boğuşan merhum Sezer, sosyolojisini kurmak için tarihin derinliklerinden gelen bir çatışmayı keşfederek kendisine istinad duvarı olarak seçecektir.