Manav, İfadelerinde; "

İlk Maliye Bakanı Eğirdirliydi.

Divanı Lügatit Türk onun sayesinde bulundu!

Eğirdirli Abdurrahman Nazif Paşa, İran sefirliği yapan Seyyid Mehmed Ref’i’nin oğludur. Mehmed Ref’i Divan-ı Humayun’da haceganlar arasındadır. Adı Nazif olarak anılsa da aslı Nafiz'dir.

Hicri 1224 de Zecriye Nazırlığı (içkilerden alınan gümrük vergisi) yapar. Kayıtlara göre hicri 1243 de (1827) nikah memurluğu yapar. 2 sene sonra Mukataat Nazırlığı yapar. (Hazine gelirlerinin idaresini alır)

1834 Rütbe-i Ula Nişanı ile ödüllendirilir.

Yine bu dönem oluşturulan Asakiri Mansure-i Mahmudiye Hâzinesi Defterdarlığının başına getirilir.

1837 de Maliye Nezareti yani Maliye Bakanlığı kurulur ve Umuru Maliye Nezaretine Paşa ünvanı ile getirilir.

1839’da Abdülmecid Han’ın tahta çıkmasıyla görevi sona erer.

1845 ve 1847 yıllarında tekrar Maliye Bakanlığı yapmıştır.

Halk Otobüsü Şoföründen Örnek Davranış Halk Otobüsü Şoföründen Örnek Davranış

20 Şevval H. 1269/M. 1852'de vefat etmiştir. Yenikapı Mevlevihanesi civarındaki hususi türbesine defnolunmuştur.

Mevlevi tarikatına mensup olduğundan, Mevlevihaneye bir kütüphane yaptırarak çok nefis kitaplar vakfetmiştir.

Abdurrahman Nafiz Paşa için (Sicilli Osmani) de: "Uyanık, zeki, otoriter, matematikte eşsiz, idarecilikte ve arkadaştan ile yapılan tartışmalarda tek, servet ve iktidar sahibi idi" denilmektedir.

Nazif Paşa Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügatit Türk kitabını Türk Dünyasına yeniden kazandıran bir hemşehrimizdir.

Günümüzde Divan-ı Lügatit Türk’ün tek nüshası vardır ve bu İstanbul’daki Millet Kütüphanesindedir. Bulunması da tesadüftür.

Divan-ı Lügatit Türk’ün adı var, böyle bir kitap olduğu biliniyor ama kitap o zamanlar kimsede yok ve o Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün varlığı bilinmekte ancak 1914 yılına gelinceye kadar tek bir nüshasına bile ulaşılamamaktaydı.

Halbuki kitap Eğirdirli hemşehrimiz Abdurrahman Nazif Paşa’daydı.

Türk dili ve kültürü bakımından önemini bilemeyen ancak değerli bir kitap olduğunu tahmin eden Nazif Bey, yakınlarından bir kadına kitabı verir ve:

–Bak sana bir kitap veriyorum. İyi sakla… Sıkıştığın zaman sahaflara götür. Altın para ile otuz lira eder, aşağıya verme! der.

Bir süre sonra paraya ihtiyacı olan kadın, kitabı Sahaflar Çarşısı’ndaki kitapçı Burhan Bey’e götürür ve otuz liraya satmak istediğini söyler.

Dîvânu Lugâti’t-Türk gibi bir eser için otuz lira hiç de yüksek bir miktar değildir ama bu kitabın önemini ve değerini bilmeyenler için yüksek bir bedeldir.

Burhan Bey, yüksek bir fiyatla alır diye kitabı Maarif Nazırı Emrullah Efendi’ye götürür. Nazır da kitabı İlmiye Encümenine havale eder. Kitabı incelemek için bir hafta süre isteyen Encümen, bir hafta sonra kitaba on lira değer biçer. Kitabın kendisinin olmadığını, sahibinin otuz liradan bir para bile aşağıya inmediğini söyleyince

Encümendekiler

–Biz otuz liraya bir kütüphane satın alırız. Al kitabını, istemiyoruz, diyerek kitabı Burhan Bey’e geri verirler.

İşte tam da o günlerde, ömrünü ve servetini kitaplara adayan, haftada birkaç kez Sahaflar Çarşısı’na uğrayıp, kitapçıları tek tek dolaşarak yeni bir şey olup olmadığını sormayı alışkanlık edinen Ali Emiri Efendi, kitapçı Burhan Bey’in dükkânına uğrar. Ali Emiri Efendi yeni bir şey olup olmadığını sorunca, Burhan Bey,

–Bir kitap var ama sahibi otuz lira istiyor, diyerek olanı biteni anlatır ve sürenin ertesi gün dolacağını, yaşlı kadının kitabı almaya geleceğini söyler.

Eline aldığı kitabın adını okuduğu anda Ali Emiri Efendi, bayılacak gibi olur… Dünyada eşi benzeri olmayan, Türk dilinin en değerli eseri Dîvânu Lugâti’t-Türk’tür elindeki kitap… Otuz değil, otuz bin liraya bile değerdir bu kitaba. Kendisini hemen toparlayan Ali Emiri Efendi, kesin alıcı görünmemek, kitapçıyı şımartmamak amacıyla:

–Dağınık bir eser… Acaba tamam mı değil mi? Yazarı da Kâşgarlı adlı bir adammış… Kimdir, necidir, belli değil… Sarı çizmeli Mehmet Ağa… Ama ne de olsa bir eserdir… Encümen on lira teklif etmiş, ben de on beş lira veririm… der. Burhan Bey:

–Kitap benim olsaydı verirdim. Sahibi mutlaka otuz lira istiyor Alacaksanız bir kadına iyilik etmiş olursunuz, almayacaksanız sahibine geri vereceğim, diye söyleyince Ali Emiri Bey

–İşte şimdi işin şekli değişti… Bir kadına yardımcı olmak gerekir. Peki, kabul ettim, diyerek kitabı satın aldığını söyler ama yanında yalnızca on beş lira vardır.

Eve gidip gelecek olsa kitabın bir başkasına satılması ihtimali bulunmaktadır. Paranın üstünü daha sonra vermek üzere kitabı almak istese kitapçı bunu kabul etmeyecektir. Kitabı bırakıp gitmek de istememektedir. Böyle karmaşık düşünceler içerisindeyken kitabı Burhan Bey’le birlikte bırakır, bir rivayete göre dükkânın kapısını kilitleyip anahtarı cebine koyar ve bir tanıdığa rastlamak umuduyla çarşıya çıkar. Birkaç dakika sonra eski Darülfünun edebiyat hocası Faik Reşat Bey ile karşılaşır. Hemen yanına koşar:

–Varsa, aman bana yirmi lira ver! der. Faik Reşat Bey’de on lira vardır, hemen onu verir. Geri kalanını getirmek üzere aceleyle evine gider. Ali Emiri Efendi de Burhan Bey’in dükkânına döner ve gönül rahatlığıyla Faik Reşat Bey’i beklemeye koyulur. Burhan Bey şaşkın vaziyettedir. Kitabın önemli bir eser olduğunu o da anlamıştır artık…

Birkaç dakika sonra Faik Reşat Bey elinde on lira ile gelir. Ali Emiri, otuz lirayı hemen verir ama Burhan Bey bir de bahşiş istemektedir. Üç lira da Burhan Bey’e verir ve Faik Reşat Bey ile birlikte dükkândan ayrılırlar, konuşa konuşa çarşıdan çıkarlar.

Fakat Ali Emiri’nin gözü arkadadır, Burhan Bey’in satıştan vazgeçip arkasından gelip kitabı istemesinden korkmaktadır. Kimsenin gelmediğinden emin olunca

–Oh… Elhamdülillah! diyerek evine gelir. Ne kadar değerli bir esere sahip olduğunu, kitabı incelemeye başladığında anlar. Dostlarına, arkadaşlarına kitabın değerini şöyle anlatır Ali Emiri Efendi:

Bu kitap değil, Türkistan ülkesidir… Türkistan değil bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka bir parlaklık kazanacak. Arap dilinde Sibeveyh’in kitabı ne ise bu da Türk dilinde onun kardeşidir. Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır. Bu kitaba hakiki kıymet verilmek lazım gelse cihanın hazineleri kâfi gelmez… Bu kitapla Hz. Yusuf arasında bir benzerlik vardır. Yusuf’u arkadaşları birkaç akçeye sattılar. Fakat sonra Mısır’da ağırlığınca cevahire satıldı. Bu kitabı da Burhan bana otuz üç liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığında elmaslara, zümrütlere vermem…

Ancak, Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün bulunduğu tarih konusunda kaynaklarda farklı bilgiler verildiğini de belirtmek gerekir. Bu bilgileri değerlendiren ve kaynaklardaki diğer verilerle yorumlayan Prof. Dr. Ali Birinci, Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün eldeki tek nüshasının Ali Emiri tarafından 1914 yılının ilk aylarında bulunmuş olduğu sonucuna ulaşmıştır ve yayınlanarak Türk Dünyasına kazandırılmıştır.

Bu kitabın varlığını bilen çok zeki bir insandı Nazif Paşa.

Mühürlerinde yenikapı mevlevihanesindeki mühründe “bu kitabın vâkıfı İstanbul’daki Yenikapı Mevlevihanesi’nde Mevlânâ’nın kölesi Seyyid Abdurrahman Nâfiz Paşa’dır, yazmaktadır.” Mevlevi tarikatindendir.

Yenikapı Mevlevihanesindeki türbede medfundur.

Aynı zamanda Dündar Bey medresesinde hocalık yapan Koca Müftü Efendi Rafi efendi Nazif Paşa’nın akrabasıdır. Zaten Nazif Paşa’nın babasıyla aynı ismi taşımaktadır." ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi