Başbakan Erdoğan bütün dünyaya hitap ederek Birleşmiş Milletler teşkilatını topa tuttu. Avrasya İslam Şurası toplantısına katılan Başbakan “Birleşmiş Milletlere güvenmiyorum” dedi. Beş Ülkenin dudakları arasına sıkışmış bir dünyanın katlanılabilir olmadığını ima etti.

            Aşk olsun!

            Ayrıca yine Başbakan Gurupta yaptığı konuşmasında “öleceksek adam gibi ölelim diye hissiyatını dile getirdi. “Biz güvenlik konseyinin ağzına bakarsak halimiz perişandır” diye İslam dünyasına mesaj verdi. Hatta halkı Müslüman olan devletleri “toplanıp yiyor içiyor sonrada dağılıyorsunuz” diyerek iğrenç pasifliklerini yüzlerine vurdu.

            Aşk olsun!

            Dış İçleri Bakanımız Ahmet Davudoğlu Arap Birliğine üye dokuz ülkenin dışişleri bakanları ile birlikte Gazze’ye gidip şehitlerin yakınları ile yaralıları ziyaret etti. Orada gözyaşı döktü... Gözyaşı: insan vücudunun salgıladığı en önemli sıvı; varoluşunun anlamını ele veren bir rahmet belirtisi. Bazıları “erkekçe” bulmayabilir. Bu onların sorunu... Lakin insanca olduğu son derece açık...

            Aşk olsun!

            Artık dünya ile oturup dünya ile kalkan bir Türkiye yok. Belki dünyayı oturtup, dünyayı kaldıran bir Türkiye’de henüz yok. Fakat o yolda ilerleyen bir Türkiye var. Gıtibiyozluga isyan eden bir haletiruhiye var.

            Aşk olsun!

            Bütün bunlar olurken, geleceğin barış dolu Türkiye’sinde önemli bir aktör olma şansını bir türlü değerlendiremeyen BDP’nin başkanı “biz Öcalan’ın heykelini dikeceğiz” diyerek iç dünyasını faş ediverdi. Anlaşılan tanrının tahtının boşaldığını görüp yenisini çıkarmaya hevesli. Lakin boşuna, o devirler çoktan geçti. Fakat bu sözü söyleyen kafaya şaşmamak da mümkün değil doğrusu.

            Aşk olsun!

            Bu arada zalim Esed’de şöyle söylemiş: “Biz laiklik savaşı veriyoruz.” Katile bak katile! Aklı sıra batıya göz kırpıp utanmadan saltanatını devam ettirecek Hem de laik, laik...

            Aşk olsun!

            Batı deyince aklıma geldi. Merhum Erbakan D8 birliğini kurarken birileri batıya uşaklık içgüdüsü ile Batı Çalışma Gurubunu kuruyordu... İsme dikkat lütfen: “Batı” çalışma gurubu. İsmi ile müsemma olmak diye bir şey varsa oda budur ancak... Tamda bu esnada, kullanılmaya elverişli medya “Türkçe namaz” gibi bir abes üzerinde duruyor ve Batı hizmetkârı o çalışma gurubuna hizmet veriyordu.

            Mesaj tamamen Batı’ya dönüktü: Siz bakmayın D8 gibi oluşumlara... Biz çağdaşlar Türkiye’nin liderliğindeki bir oluşumu kabul etmeyiz. Siz dünya efendiliğinizi sürdürürken ağzınızın tadını sakın bozmayın;  nasıl olsa ‘laiklik’ gibi her kapıyı açan bir maymuncuk var elimizde; onunla bir 28 Şubat günü içeriye dalar ve bir balans ayarı yaparak sizi rahatlatırız, diyorlardı.

            Bu konuda teminat vermek içinde Türkçe namaz safsatalarını tartışıp, dini ulusal düzeyde anladıklarını ve İslam etrafında oluşacak uluslar arası oluşumlara asla izin vermeyeceklerini söylüyorlardı. Daha doğrusu ima ediyorlardı.

            Ne çare ki gayretleri boşuna! İttihadı İslam güneşi doğmaya başladı bile.

            Globalleşen / küreselleşen dünyaya çözüm asla ulusçuluk değildir. Aksine ekmeğine yağ sürmek demektir. Zira batının küreselleşmesi karşısında küçük küçük uluslar son derece savunmasız kalacaklardır.

            O zaman küreselleşmenin panzehiri başka bir küreselleşmedir.

            Ve tarihin akışı bu yöne doğru dönmüştür.

            Ak Partili dostlarımı bu konuda tebrik ederken son olarak da bir hissiyatımı paylaşmak istiyorum. Gidişat engellenemez fakat tökezletilebilir.

            Tökezlememek için iki kavramı unutmamakta fayda var: Helal ve haram.