Bütün bu gelişmelere paralel olarak Avrupa da dengeleri bozacak başka bir gelişme içten içe yaşanıyordu. Dengeleri alt üst eden, hesapları yeni baştan yaptıran bu gelişme İngiltere’nin Osmanlı Devletine yönelik siyasetini de değiştirecektir.

            Hatta işin nihayeti cihan savaşı ile neticelenecektir.

            Yaşanan olay Almanya realitesidir.1870’lerin başında Almanya’nın birleşmesi ile Avrupa’da güç dengeleri değişmiş, Kapitalizmin temsilcisi olan İngiltere karşısında hiçte hoşlanmayacağı bir rakip bulmuştur.

            Palazlanan yeni güce karşı alınmak istenen tedbirlerin başında Osmanlı’nın parçalanması vardır. Artık Avrupa Devletleri Osmanlı’nın paylaşılması yönünde mutabakata varmışlardır.

            Bundan sonra İngiltere Rusya’ya karşı Osmanlıyı desteklemeyecektir. 93 Harbi Osmanlı-Rus savaşında, Hindistan başta olmak üzere Müslümanlardan gelen bütün tepkilere rağmen İngiltere tarafsız kalarak Rusya’ya karşı tavır almamıştır.

            Bu arada yeni yetme Almanya haliyle Osmanlı ile sıcak ilişkiler kurma gayretindedir. Çünkü çıkarları bunu gerektirir. Bu dönem iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Partisinin önderleri de selameti Alman taraftarlığında bulurlar.

            İngiltere ve Almanya’nın kapışması neticesi ilk cihan savaşı çıkar ve bizlerde bu savaşa bir şekilde katılırız.

            Bu savaş devam ederken yine büyük bir sürpriz gelişme olur. Lenin Rusya’da 1917 yılında Bolşevik devrimini yapar. Bu kendi aralarında kapışan kapitalizm için ciddi bir  endişe doğurur.

            Planlar yeniden yapılır. Batı ile Bolşevik Rusya arasında iyi bir tampon ülkeye ihtiyaç vardır. Buda haliyle coğrafyası gereği Türkiye olacaktır.

            Ayrıca Anadolu savaşı esnasında gelişmekte olan Türkiye ile Sovyetler arasındaki sıcak ilişkilerde Batı açısından başka bir alarm zillerini çalacaktır.

            Cihan savaşından İngilizler galip çıkar... Buna paralel olarak da İttihat ve Terakki Partisinin ne kadar ünlüsü varsa başta Enver, Cemal ve Talat Paşalar olmak üzere hepsi yurt  dışına kaçar. Zaten kaçamayanlarda işgalci İngiliz güçleri tarafından tutuklanacaklardır.

            Galipler açısından Türkiye hususunda iki önemli çetrefil nokta vardır. İlki Osmanlı’nın parçalanması ve/fakat Sovyetlere karşı durabilecek cesamette bir varlığa sahip olması.

            İlki için yapılan herkesin malumu. Nerede bir petrol kuyusu varsa oraya bir Arap şeyhini oturtarak uyduruk devletler kurmak. Temelinde Osmanlıya ihanet kokan; mazisi olmayan çadır misali dikilmiş olan devletler... Irak, Suudi Arabistan, Suriye, Kuveyt vs. Bunlardan hangisi “devlet” sıfatını hak eden tarihi tecrübe ve meşruiyete sahip ki?

            Birilerinin sınırlarını cetvelle çizdiği devletler?!

            Tamam, sınırlar cetvelle çizilmiş olabilir. Ya gönüller? Gönül hangi sınırı tanır ki? Yaşanılmış bir geçmiş, aynı inancın yoğurduğu bir medeniyet ve dünyada “vasat” ümmet olma yükümlülüğünün yüklediği sorumluluk. Bu sorumluluk her ne kadar yerine getirilemese de, ateşi küllense bile yinede dumanı tutan bir sorumluluk.

            Kısacası manevi bağ! Ne yapılacaktı bu manevi bağ?

            Basit, evvela Müslümanlar arasındaki bu bağın kurumsal mevcudiyeti yok edilecektir. Yani Hilafet! Sonrada mevcut dinin/maneviyatın yerine yeni bir din ikame edilmeye çalışılacaktır: Milliyetçilik... Hiçbir yabancı düşünce İslam coğrafyasını milliyetçilik fikri kadar tarumar edemedi.

            Yeniden Hilafet ile ilgili konuya dönerek sözü Sabahattin Selek’e bırakalım. Anadolu İhtilalı isimli yapıtında şöyle söyler Selek:

            “İngiltere kendisi için hayati önemi haiz olan Doğu meseleleri içinde Hilafetten tamamen kurtulmaya veya bu müesseseyi Türklerin elinden alarak İngiliz politikasına yararlı kılmaya hepsinden fazla değer vermiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın yapmak istediği iş; bu noktada İngiliz politikasıyla tam uygunluk durumundadır”

            1920’lerin başlarında Lyord George Avam Kamarasında yaptığı konuşmasında Britanya İmparatorluğunun en büyük İslam devleti olduğunu zira nüfusunun dörtte birini Müslümanların oluşturduğunu söyleyecektir.

            Neticede İş Yakın Şark İşleri Konferansı’nda neticeye bağlanacaktır.

            “Nedir bu konferans?” demeyin. Bu konferans çok duyduğumuz bir sulh anlaşmasının dünyaca tanınan resmi adı...

            Devam edeceğiz, inşallah.