Peşinen şu hususun altını kalınca çizeyim: Hitabım Cemaatin kurumsal yapısına değildir. O yapıya can veren, kılcal damarlarında emeği ve teri olan, fedakârlıkları ile parmak ısırtan tek tek fertlerinedir. Hani o çarşıda pazarda rastlayıp selamlaştığımız, dükkânına uğrayıp çayını içtiğimiz, aynı camide secde ettiğimiz, hizmet erlerinedir.

Fakat ne acı ki şu an kalplerimizin aynı ritimde atmadığı Müslüman kardeşlerimedir.

Pekala birileri çıkıp “sen ne hakla ve hangi sıfatla bu satırları yazabiliyorsun!”diyerek şahsımı sığaya çekmek isteyebilir.

Cevabım ise çok basit: Allah’ın kulu olmam sıfatıyla. Bizler için bundan daha büyük bir sıfat ve şeref olabilir mi? Efendimiz hazretleri bile önce O’nun kulu sonra da Resulü değil miydi?

Kardeşlerim:

Sorarım size; Müslümanlar arasında ırkçılık yapmakla yahut mezhepçilik yapmakla hizipçilik yapmak arasında çok mu büyük fark var? Bu coğrafyanın tarihine yabancı etnik temelli dayatmalar pek çok Türk ve Kürt Müslüman’ın kanını akıtmaya sebep olmadı mı? Bundan asırlarca önce çıkan bir siyasi ihtilaf koskoca ümmeti bağrının ortasından Sünni ve Şii diye ortadan bölmedi mi? Ne derin bir çatlak ki, insanlar Batı’nın o alçakça saldırıları ve zenginliklerinin sömürülmesi karşısında dahi, mezhepçiliği bir kenara bırakıp ta tek vücut olamıyorlar.

Hiç unutmam gençliğimde beni son derece heyecanlandıran bir çağrıya şahit olmuştum. İmam Humeyni İranlı hacılara şu nasihati vermişti: “Gidin Sünni kardeşlerinizin arkasında namaz kılın. Ve onlara bütün İslam mezheplerinin, emperyalizm karşısında sıkılmış bir yumruğun parmakları mesabesinde olduğunu anlatın”

Peki, ne oldu? Aynı İran uygulamış olduğu mezhepçi politikaları neticesi bal gibi bir ulus devlet oldu çıktı. Yazık, hem de çok yazık!

Gelelim tekrar sorumuza: Kardeşlerim hizipçilik diğerlerine göre çok mu masum? Benim hizbim büyüsün, benim hizbim kazansın,  hepsi benim hizbimin olsun... sorarım bütün bunlar asrın alimi Bediüzzaman’ın öğretisi ile bağdaşabilecek hırslar mı? Bu kafayla gidersek eninde sonunda çatışma mukadder değil mi? Çatışmanın ileriye yönelik çok büyük çatlaklara vesile olmayacağının bir garantisi var mı?

Elbette kiminin tarikatı, kiminin hizbi, kiminin partisi olacak... Hatta kimisi de hiçbir yere bağlantısı olmamış olacak. Fakat şu bir gerçek ki herkes Allah’a tek tek hesap verecek.

Bir adam düşünelim, önünde bir ayna arkasında da bir ayna olsun. Öndeki aynanın görüntüsü arkadakine yansıyacak, oradan tekrar öndekine, bu böylece uzayıp gidecek. Adam tek ama görüntüsü yüzlerce!

Cemaat olmak bu olmasa gerek dostlar. Hem ashap demiyor muydu “anam babam yoluna feda olsun, bu önüne ve arkasına geçemeyeceğimiz Allah’ın vahyi mi yoksa senin şahsi görüşün mü?” diye. Resulullah şahsi görüşü olduğunu söyleyince de kendi reylerini açıkça söylemiyorlar mıydı?

Ak Partinin varsa yapılan yolsuzlukların sorumlularının yargılanmasını, üstünün örtülmemesini dile getiriyorsunuz. Hesabı sorulsun diyorsunuz. Haklısınız! Fakat yanlış nerede biliyor musunuz?Ahlakın araçsallaştırılmasında... Çok tehlikeli... Adalet duygusunun genetiğini bozma potansiyeline de sahip üstelik.

Kardeşler hani hatırlıyor musunuz o 28 Şubat döneminin karanlık günleriydi, gencecik kızlar başörtüsü için mücadele verirken buna füruat denilerek hepimize hayal kırıklığı yaşatılmıştı.

Keza yine Amerika’nın Irak’ı işgalinde İsrail’e atılan çat-pat hükmündeki füzelerin İsrailli çocukları rahatsız etmesi nedeniyle üzüntüden gözyaşı döküldüğünden söz edilmişti.

Ya o Mavi Marmara vakıası! Uluslar arası sularda saldıran İsrail askeri, silahsız dokuz kardeşimizi şehit etmişti. Tamda herkesin kenetlenmesi elzem olan bir ortamda “otoritelerden izin alınmalıydı” diye aykırı bir ses yükselmişti.

Yeri gelmişken,  cevabını lütfen her birimiz içimizden, vicdanımızın derinliklerinde verelim:  İHH’yı itibarsızlaştırmak İsrail’in mi yararınadır yoksa Müslümanların mı? Üstelik birde iftira atarak.

Tamam, Ak Parti yaptı ise yolsuzlukların hesabını versin, versin de bu sözlerin hiç mi hesabı verilmesin? Ben soruyorum kardeşlerim. Çünkü inanın ki bu anlattıklarımı ben içimde sessizce, sırtıma saplanmış paslı bir bıçak gibi yıllardır taşıdım. Kanımı içime akıttım, güvendiğim sırdaşım dostlarımla bile konuşup içimi boşaltmadım. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir diye düşündüm ve çenemi tuttum. Ayıplarımızı örtmek bizlere İslam’ın bir görevi diye düşündüm ve acıya dayandım.

Ya o beddua! Var mı Müslüman’ın Müslüman’a bedduası İslam’da be dostlar!

Duyarım ki “Karşı” isimli “Sözcü” emsali bir gazete hazırlığı varmış. Aydınlık’tan transfer bazı isimlerle ulusalcı-Kemalistlerin de yazacağı bir gazete olacakmış.

El İnsaf! Bunu tasvip ediyor musunuz, gönlü ve kalbi imanın nuru ile dolu dostlar. Ediyorsanız sözüm yok. Ama etmiyorsanız size içinde “el, dil ve kalp” kelimeleri geçen bir hadisi hatırlatmakla iktifa edeceğim.

Sevelim veya sevmeyelim, dünyadaki mazlum Müslümanların sevgisini kazanmış bir lideri alaşağı etmek için elbirliği etmiş dünya müstekbirleri ile aynı safta olmak, onlarla aynı karede yer almak bir Müslüman izzetinefsi ile bağdaşır mı can dostlar?

Yine söylenir ki bu seçimde özellikle büyükşehirlerde CHP’yi destekleme kararı verilecekmiş. İnanın ki hiç inanasım gelmiyor. Hadi diyelim ki üstten böyle bir emir geldi! Ne yapacaksınız dostlar?

Aynadaki görüntüler misali farksız mı olacaksınız?

Yoksa vicdanınızın sesini dinleyerekkişi olarak gereğini mi yapacaksınız?

Herkese diyorum ki: Şayet aranızdaki sorunları Kur’an vasıtası ile çözemezseniz şu kalpsiz çağımızın sorunlarını çözeceğinizi nasıl söylersiniz? Söyleseniz bile kimi inandırırsınız?

Ben derim ki dostlar: İşte Resulullah’ı sadece stadyumlarda değil böyle zamanlarda görmek kerametinin en elzem olanı. Veya Müslüman’ın ferasetinin gereği!

Hani hadis var ya: Müslüman’ın ferasetinden çekinin diye...

Allah’a emanet olun sevgili dostlar...

Not: Bu hafta sonu Doğu-Batı Kardeşlik Platformunun toplantısı için inşallah Bursa’da olacağız. İttihadı İslam üzere olacak toplantıdan kaydedeceğim notları sizlerle paylaşmak ümidi beni şimdiden ziyadesiyle heyecanlandırıyor, dostlarım.