KYK 5 bin kişilik yurtlarının adı belli oldu...

KYK'nın işletmesine devredilen yurtların adı belli oldu. 2.400 kız öğrencilik yurdun adı Mihri Hatun, 2.600 öğrencilik erkek yurdun adı ise Bediüzzaman konuldu.

Bedîüzzaman Saîd Nursî Kimdir?

Üstad Bediüzzaman Said Nursî, asrının müceddidi olarak kabul edilen büyük bir İslam âlimidir. 1877 yılında Bitlis’in Nurs köyünde dünyaya gelmiş ve 1960 yılında Urfa’da vefat etmiştir.

Tarihte hiç eşine rastlanamayacak bir şekilde, normalde 15 yıl süren medrese tahsilini üç ay gibi çok kısa bir sürede bitirerek henüz 14 yaşında iken icazet almıştır.

Daha sonra kendi çabalarıyla fen bilimlerinin tahsiline yönelmiş, bu sahada da çok önemli bir seviye kazanarak, din ilimlerinin yanında fen bilimlerine de ileri derecede vakıf olmuştur.

Çocuk denecek yaşta, diğer âlimlerle girdiği bütün ilmî münazaraları kazanmış, gerek İslâm ilimlerinden, gerek müsbet fenlerden sorulan bütün suallere muhakkak surette doğru cevaplar vermiştir.

Her suale, hem de hiç düşünmeden cevaplar vermesi, alimler arasında, ilminin vehbî, yani Allah vergisi olduğuna dair bir genel kanaate sebep olmuştur.

Bu büyük ilmî mertebesi yanında, sünnet-i seniye, takva ve zühd üzere bir hayat sürmüş, inandığı doğruları yaşamaktan hiçbir baskı ve zulüm asla onu engelleyememiştir. Tarihte yaşamış peygamber vârisleri olan büyük İslam âlimleri gibi, ilminin gerektirdiği kemâlâtı yaşayarak göstermiştir.

HUTBE-İ ŞAMİYE ESERİNİN YAZILMASI…

Osmanlı’nın dağılma sürecine girdiği 1908-1922 yılları arasında, İstanbul’da sekiz-on sene kadar kalmış, bu sürede Osmanlı’nın ve İslam dünyasının içine düştüğü maddi manevi problemleri yakından teşhis etme ve reçeteler sunma imkânı bulmuştur. Hususen 1911 yılında Şam’da okuduğu, Hutbe-i Şamiye adlı eseri tam bir teşhis ve reçete hükmünde olup onun asrın müceddidi olduğunu gösterir mahiyettedir.

Gizli dinsizlik komitelerinin entrikalarıyla, ömrünün son 34 yılı, başta Isparta, Denizli, Kastamonu, Afyon, Eskişehir gibi Anadolu’nun batı vilayetlerinde hapis ve sürgünlerle geçmiş, en meşhur eserleri ve Kur’an’ın manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatını bu zulüm ve işkence dönemi içinde yazmıştır.

Bu dönem içerisinde, “zaman cemaat zamanıdır” prensibiyle hareket etmiş, etrafına topladığı yüz binlerle Nur Talebeleri ile küfrü mutlaka karşı cemaat halinde İslam’a hizmet etmiş ve ehl-i imanın imanlarının tehlikeden kurtulmasına vesile olmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri, bütün baskı, engelleme ve aleyhte propagandalara rağmen, imana dair yazdığı risalelerle ve teşkil ettiği Nur Cemaati ile dinsizliğe karşı giriştiği mücadeleyi kazanarak bütün iman hakikatlerini kuvvetli delillerle ispat etmiş, kendi ifadesiyle,

“Tesadüf, şirk ve tabiat”tan teşekkül eden fesad şebekesinin âlem-i İslâmdan nefiy ve ihracına, Risale-i Nur’ca verilen karar infaz edilmiştir.” (Mesnevî-i Nuriye)

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI

Bediüzzaman Hazretleri’nin Isparta’nın Barla Kasabası’na sürüldüğü 1926 yılından itibaren 23 sene içinde Kur’an’dan gelen ilhamlarla yazdığı ve yüz otuz risaleden oluşan manevî bir Kur’an tefsiridir.

Birkaç asırdır batı kaynaklı dinsizlik fikirlerinin, Müslümanları da etkilemesi sebebiyle, İslam dünyası maddi manevi büyük bir gerilemenin içerisine düşmüştür. Bunun neticesinde, İslam toplumlarında birlik beraberlik dağılmış, iman zayıflamış, İslam ahlakı bozulmuş ve Müslümanlık şuuru oldukça zedelenmiştir.

“İMAN HASTALIĞI”

Bediüzzaman Hazretleri, bütün bu dertlerin ana kaynağını, “iman hastalığı” olarak teşhis etmiştir. Bundan dolayı bütün ömrünü, imanın ispatına ve iman hastalığının tedavisine vakfetmiştir.

Bu yüzden, Risale-i Nur Külliyatının ana konusunu iman hakikatlerinin ispatları oluşturur. Risale-i Nur, Allah’ın varlığı ve birliği, ebedî ahret hayatının muhakkak geleceği, Kur’an’ın Allah kelâmı olduğu ve Hz. Muhammed (sav)’in hak Resullulah olduğu gibi pek çok iman esaslarını akılda hiçbir şüphe bırakmayacak açıklıkta, hatta en inatçı dinsizleri dahi susturacak bir kuvvette, Kur’anî bir metotla ispat eder. Haşir Risalesi, Ayetü’l-Kübrâ Risalesi ve Mucizat-ı Kur’aniye Risalesi gibi pek çok eserleri gerçekten tarihte misli görülmemiş şaheserlerdir, kendi ifadesiyle, “atom bombası gibi kuvvetli” iman ve marifet dersleridir.

Ayrıca; ibadet, sünnet-i seniye, güzel ahlak gibi konuları, bunların neler olduğundan ve nasıl yapılacaklarından ziyade, neden yaşanması gerektiğine dair son derece ikna edici ve uygulama şevki veren izahlarla ispat eder. Çünkü bunların nasıl yapılacakları zaten biliniyor ve kitaplarda mevcuttur. Önemli olan insanların bunlara inanması ve yaşamaya azmetmesidir.

Kısacası Risale-i Nur, bütün iman ve Kur’an hakikatlerini, sarsılmaz delillerle ispat ederek çok kuvvetli bir imanı insanlara kazandıran ve sünnet-i seniyye üzere bir şuur ve yaşayışı temin eden manevî bir Kur’an tefsiridir.

kaynak:hayratvakfı

Mihri Hatun

Mihri hatun Sultan II. Bâyezîd devri kadın şairlerinden olup Amasyalıdır.

Kaynaklar onu güzel, iffet sahibi ve hoş sohbetli biri olarak kaydederler. II. Bâyezid’in oğ­lu Şehzade Ahmed’in Amasya valiliği sırasında çevresinde oluşan edebî muhitte yer almayı başarmış, bayram ve Ramazan gibi değişik vesilelerle bu şehzadeye on bir methiye sunmuştur. Devrin padişahı II. Bâyezîd için de bir kasîde nazmedip gönderdiği ve karşılığında 3000 akçe ihsan aldığı bilinmektedir.

Divanının nüs­halarından birinde bu padişahın kütüphane mührünün bulunması, eserinin bir nüshasını tertip ederek II. Bâyezîd’e gönderdiği kanaatini uyandırmaktadır. Za­manının önde gelen şair ve bilginlerinden Necâtî, Güvâhî, Makâmî, Münîrî, Âftâbî, Zeyneb Hatun ve Hâtemî mahlasıyla şiir söyleyen Müeyyed-zâde Ab-durrahmân ile görüşüp karşılıklı şiirler yazmıştır. Özellikle Zatî ve Necatı Bey‘e yazdığı nazireleri, kendisine bu şairlerle boy ölçüşebilecek kadar güven duyduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Mihrî Hatun öldüğü zaman II. Bâyezîd tarafından yaptırılıp Zevâdiye namıyla anılan bir Halvetî tekkesinde metfun bulunan dedesi Pîr İlyâs’ın yanına defnedilmiştir.

Kaynaklar onun fıkıh ve ferâiz ile ilgili eserler kaleme aldığını bildirirlerse de bunlar günümüze gelmemiştir. Ancak müstakil bir eser olduğu anlaşılan ve mesnevi formunda yazılan Tazarru-nâme’si divan nüshalarının başında yer ala­rak günümüze kadar ulaşmıştır. İstanbul kütüphanelerinde üç nüshası bulunan bu eser Moskova’da neşredilmiştir.

Klâsik tarzda yazdıkları şiirlerde bu tarz gereği cinsiyet farkı ihsas etmeden klişeleşmiş güzel tipini terennüm eden kadın şairlerin eserlerinden farklı olarak, onun şiirlerinde yer yer kendi cinsinin ve özlemlerini ifade eden samimi ifadelere rastlanır. Latîfî, şiirde Neca­ti’ye ulaşmak için gazellerinin çoğunu ona nazire olarak yazdığını kaydeder. An­cak Mihrî, Necati’yi sadece kendisine örnek almakla kalmamış, şiirde bazen ona yetiştiğini imâ etmiştir.

Nitekim Latîfî, Necâtî’nin “döne döne” redifli gazeline çok nazire söylendiğini; ama Mihrî’ninkine benzer bir nazire olmadığını belirtir. Ancak Necâtî’nin bu tarz hareketlerden memnun olmadığı, onun hakkında yaz­dığı rivayet edilen bir kıt’adan anlaşılmaktadır. Mihrî’nin şiirleri devrinin şairle­rine nazaran oldukça sade bir üslûpla nazmedilmiştir.