Aylık Umran dergisi yeni yılın ilk sayısını ülkemizde yaşanan operasyona ayırmış. Gezi olaylarında olduğu gibi dikkatimizi küresel Sermaye destekli Soros darbelerine diğer ismiyle, Kadife Darbelere çekmeyi amaçlamış.

Evvela şu hususu peşinen bir belirtelim. Halkımız siyasetle çok yakından ilgilidir. Bu bir zaaf mıdır, tartışılır? Fakat tartışılmayacak diğer bir husus, bu halkın aklının gözünün ucunda olduğu şeklindeki yanlış bir kanaattir.

İşte bu yanlış kanaat nedeniyle siyaseti organize etmek isteyen güçler hep gözlere hitap etmişlerdir. Zannetmişlerdir ki gözü ile gördüğüne mütenasip düşünerek karar verecek ve bu kararı sandığa oy olarak yansıyacak. Bunu hesap edenler her defasında fena halde yanıldılar ve umduklarının tam tersi ile karşılaştılar.

Mesela merhum Menderes hakkındaki köpek bebek davası ile 28 Şubat sürecinde Fadime-Müslim ikilisinin maceraları.  Hiçte zannedildiği gibi netice vermedi, aksine darbecilerin beklentilerinin tam tersi tepkiler ile karşılaştı.

Olay hep aynı, önce ahlaki kaygılar galeyana getiriliyor ve bunun üzerinden netice hâsıl edilmeye çalışılıyor. Ama hep aynı hataya düşülüyor yahut bir şey hiç hesaba katılmıyor: Halkın engin sezgisi... Dağı gözü ile görürken, aklı ile arkasını da görebilme yetisi; en önemlisi ahlaki endişelerini istismar etmek isteyenlerin niyetlerini fark ettiği politik şuuru.

Evet, bu politik şuurdur ki Türkiye’deki elit kadroların manipüle ettiği siyasetin bulanıklığını her seferinde berrak hale getirdi.

Peki, ahlak önemsiz mi? Asla! Hırsızlık ve yolsuzluk gibi çürümelere göz yummalı mı? Katiyen!

Ama bir ülkede “yolsuzluk” adı altında, yapılan kalkınma hamleleri engellenmek milli sermaye baltalanmak isteniyorsa buna da asla imkân tanınmamalı. Zira başta bizatihi bu ahlaksızlığın dik alası olur. Üstelik kendimize yapılan en büyük de zulüm.

Küresel güçler, politikasını beğenmediği ve çıkarlarına aykırı gördükleri ülkelerdeki iktidarları alaşağı etmek için “sert güç” kullanmıyorlar artık. Uyguladıkları yöntemin adına “yumuşak güç” ismini veriyorlar.

            Bu “yumuşak” gücü o ülkede bulunan bütün gayri memnunlar vasıtasıyla oluşturuyorlar. Dini, mezhebi, siyasi görüşü, tercihleri ne olursa olsun herkesi içerisine alan bir güç. Tıpkı gezi olaylarında olduğu gibi!

Hedef mi? Hedef belli:  iktidarı devirmek; hatta halkın oyları ile gelmiş olsa bile değişmez, illaki devirmek. Niçin mi? Çünkü o bir diktatörde(!)  ondan.

İşte bu kadar basit bir formüle oturuyor Kadife darbelerin mantığı...

Diktatör ortada olmasa bile ihdas edilmeli, kitlelerin zihninde öyle bir izlenim uyandırmalı.

Asıl amaç mı? Asıl amaç da apaçık: ABD-AB ve İsrail şer üçgenine aykırı düşmek ve küresel sermayenin biçtiği rolün dışına taşmak suretiyle aşırı giden ülkeye gereken cevap verilerek dizginlemek, kötü örnek(!) teşkil etmesine mani olmak!

İMF’ ye borcunu ödeyen Türkiye eğer Avrupa’nın en büyük havaalanını yapmaya kalkmışsa sınırı aşmış demektir. Ortadoğu’nun petrol gelirleri ABD yerine Türkiye’deki bir bankaya yönelmişse alarm zilleri çalıyor demektir.

O iktidar cezalandırılmalı, o banka itibarsızlaştırılmalıdır: Halkbank örneğinde olduğu gibi.

Üstelik Türkiye ülkesindeki savaşı durdurmaya yelteniyor, yetmezmiş gibi bölgesindeki olaylarla ilgileniyor, kendisini bir güç merkezi haline getirmek istiyorsa bunun mimarları muhakkak alaşağı edilmelidir. Edilmelidir ki kimin bileği güçlü âlemi cihana gösterilmiş olsun.

Bugüne kadar Başbakanlara hep soyadı ile hitap edilirdi. Ahlak ve nezaket bunu gerektirirdi… Şimdi ise tükürük saçan ağızların sakızı: Tayyip!

Be kardeşim! Sana ne ülkende yaşanan Kürt sorununu çözmeye; sende “son terörist yok oluncaya kadar” kıvamlı bir nutuk çek ve devam et ölüm makinesini çalıştırmaya, varsın gencecik çocuklar ölürse ölsün... Sana ne Mısır halkının meşru mücadelesinden ve Suriye’deki işlenen zulümlerden. Hem sana mı kaldı Filistin halkını kurtarmak. İsrail’e kafa tutmak!

Adamlar haklı! “Biz başımıza yeni bir ‘Osmanlı’ belası almak istemiyoruz” diyorlar. “Dünya bizim çiftliğimiz, kıtibiyozluk neyinize yetmiyor!” diye bize sitem ediyorlar.

Evet, onlar aslında aynen bunu söylüyorlar: “tayyip  tayyip”.

Peki ya Gülen cemaati?

Ona da bir çift lafımız olacak inşallah, lakin bir Müslüman hassasiyeti ve titizliğine riayeti çiğnememeye dikkat ederek.