Geçen cumartesi gecesi Ülke TV’de “sıra dışı” programını izliyorum. Yapımcı Turgay Güler tarihçi Prof. Mehmet Çelik’i ağırlıyor. Bir ara yapımcı “buradan herkese sesleniyorum” dedi. Belli ki çok önemli bir hususa değinecekti. Eline aldığı bir belgeyi göstererek “bakalım basın bunu yayınlayabilecek mi?” diye merak katsayısını artırdıktan sonra “elimdeki otopsi belgesi madımak otelinde ölenlerin kurşunlanmak suretiyle öldürüldüğünü gösteriyor” dedi.

            İddiaya göre tutulan otopsi raporu olay sonrası tanzim edilmiş. Rapor mecliste darbeleri araştırma komisyonuna verilmiş.

            Olayın sıhhat derecesini elbette bilemiyorum. Lakin bunca yıldır yaşadığım ülkem hakkında elbette bende oluşmuş bir kanaat var. Bence madımak faciasının arkasında derin ve iğrenç, çirkin bir el var.

             Amaç belli… Alevi yurttaşlarımızı katlederek, işi İslamcıların üzerine atarak ülkede karşılıklı düşmanlık çıkarmak suretiyle kaos yani kargaşa çıkarmak arzusu.

            Tıpkı Danıştay baskını gibi… Hani katilin birisi Yüksek Mahkemeyi basıp bir hâkimi katletmişti ya… Hani katilin “Allahuekber” diye bağırdığını duyan Danıştay Başsavcısı Tanseli Çölaşan olayın tek tanığı olmuştu ya. Şu “sözcü” gazetesinin gözde yazarı Emin Çölaşan var ya, işte onun eşi olan Bayan Çölaşan olayın hemen teşhisini koymuştu: İrtica başörtüsünü bahane ederek hâkimi öldürdü.

            Anlaşılan o ki, Danıştay katili gibi bir katil,  Madımak Oteline girerek içerideki Alevi sanatkârları teker teker vurmuş; bu esnada olaylardan habersiz kışkırtılan kitleler slogan atmakla meşgul.

            Rahmeti Özal zamanıydı. Bir ara barış görüşmeleri gündeme gelmişti. Yani ülkemde kaos bitecekti. Ama o uğursuz olay oldu ve yeniden silahlar ölüm kusmaya başladı.

            PKK’nın derin işbirlikçi kolu gelmekte olan erlerin istihbaratını almış ve alçakça pusuya yatmıştı. Silahsız ve tamamen korumasız gelen erlerin yolunu kesip tam 33 tanesini katletti.

            Tabii ki pek çok vilayette gözyaşları ile düzenlenen cenaze törenleri ve boğazları yırtarcasına atılan slogan: “Şehitler ölmez, vatan bölünmez”

            Karanlık yine galip gelmiş ve barış derken ülke yeniden kaosa kucak açmıştı.

            Merhum şerefli Komutan Eşref Bitlis olayların farkındaydı.  Maalesef onun farkında olduğunu fark edenlerde vardı. Ve onu alçakça katlettiler. Neymiş? Helikopteri arıza yapmış… Şerefsizler onu katlederek ülkede kaosun devamına yol açtılar. Ülkesini sevmenin bedelini canı ile ödedi. Nur içinde yatsın.

            Basından öğrendiğimize göre Savcılık Mit ve Emniyetten Bitlis soruşturması ile ilgili ellerindeki bilgileri talep etmiş. Her iki kurumda o şüpheli ölümü araştırmadığını bildirmiş.

            Sebepte neymiş biliyor musunuz? Askeri Savcılık takipsizlik kararı vermiş de ondan!?!

            Yine basının bildirdiğine göre örgüt, ellerine molotof vererek okulları yaktırdığı gençlere ne diyormuş biliyor musunuz?  Artık fişlendiniz, devlet sizi affetmez, en az on yıl yersiniz, sizin dağa çıkmaktan başka yolunuz kalmadı.

            Diyarbakır Emniyet Müdürü “Dağdaki teröristin ölümüne ağlamayan insan değildir” dedi diye adamın anasından emdiği sütü burnundan getirdiler.

            İçindeki kadını öldürmüş erkekler ile erkekleşmiş kadınlar koro halinde adamı linç ettiler.

            Yahu adam PKK’nın hunharca cinayetlerini masum göstermedi, terörle mücadele  etmeyelim de demedi.

            Sadece bu ortamda dahi insanlığımızı unutmayalım dedi. İçimizdeki merhameti öldürmeyelim dedi. Acılara saygı duyalım, duyalım da aradaki gönül köprülerini yıkmayalım dedi. Ağlayan anaları birbirine düşman etmeyelim dedi.

            Bence iyi de dedi…

            Olay çok yalın: Ülkemde kaostan medet umanlar halen daha var. Birde zafer sarhoşluğu ile bunu göremeyenler var.

             Birde bizler varız. Galiba işin büyüğü de bize düşüyor. Kaos çıkarmak isteyenlerin yaktığı ateşi merhamet rüzgârları ile birlikte söndürmek işi.