Üstadın sohbetinde beni son derece sarsan ve aklımdan hiç çıkmayacak olan diğer ikazı Kur’an okurken düşülen genel bir yanlışla ilgiliydi. Gerçi cümlesini söyler söylemez cevap verme niyetli itirazlar olmadı değil; lakin ne yalan söyleyeyim, bence Kasım Beyin tespiti son derece yerindeydi; bizler kuran okurken hepimiz hem de her seferinde aynı hataya daima düşüyorduk.

            Beni sarsan ve sizlere aktarmak istediğim cümle şöyleydi:

            “Kur’an’da kâfirlerle ve münafıklarla ilgili ayetleri okurken aklımıza hep başkaları geliyor. Sanki o ayetler bizim dışımızdaki kişilere hitap ediyormuş gibi okuyoruz”

            Aman Allah’ım! İnsanı ne denli içinden, ruhundan kıskıvrak yakalayıveren ve büyük bir hışımla sarsıveren bir cümle! O çok güvendiğin aklınla okurken her seferinde düştüğün, nefsinin tuzağını sana gösteren, kulağın vasıtasıyla kalbine tutulan bir ayna.

            “Sen evvela bir kendini tart da sıra sonra başkalarının kilosuna gelsin” dercesine yapılan bir dostça ikaz.

            İşte bence mecliste yaşanan o an  “dinlemenin ihtişamı” olsa gerekti! İnsanın en önemli organının kulakları olduğuna dair kanaatim, o an bir kez daha perçinlenmiş oldu.

            Üstad devamla “Müslümanlıkla, kâfirlikte münafıklıkta hepsi bizim içimizde” diye açıklık getirdi.

            Haksız değildi. Hepimiz insandık, insan ise özü itibariyle bir imkândı.

            Küfür: kelime manası itibariyle “örtmek” demek! Kâfir: örten, üzerini örten kişi... Neyin? Hakikatin. Her üç hal de(İman, küfür, münafıklık) insanın ayrı ayrı varoluş kipleri. Sahibi olduğu imkâna, tercihleri ile yön verme keyfiyeti... Yön vermek suretiyle “olan kişi” olmak hali! Yolda olan kişi... Bu nedenle her daim olma haline devam eden kişi. Eğer bu böyle olmasaydı. Allah kitabında“ Ey iman edenler iman ediniz” (Nisa 136) demek suretiyle bizleri uyarır mıydı?

            İnsan örter... Ya “iman” etmek suretiyle, peşinen kendisine verilen imkânın, diğer varoluş kiplerinin açılması, görünür kılınması ihtimalinin üzerini örter yahut da “inkâr” etmek suretiyle mevcudatın hakikatini örter. Lakin ikincisi beyhude bir uğraş olur. En katmerli gaflet içerisinde debelenmek olur. Zira o böyle ol-makla sadece imkânının hayra yönelik var-olmasının ihtimalinin üzerini örter, bastırır ve güdük bırakır. Eşyanın hakikatini ise asla örtemez, buna gücü yetmeyip sadece kendisini kandırmış ve yine kendisinin ziyana uğramışlardan olmasına kapı açmış olur, o kadar.

            “Eğer kâfir olursanız, şüphesiz ki göklerde ve yerde olan şeyler Allah’ındır” (Nisa 131)

            Ne yani? Sen küfür ettin/inkâr ettin/örttün diye eşyanın kendinde hakikatini değiştirdin mi sanıyorsun? Asla! Sadece kendin kâfir ol-dun o kadar!

            Münafıklık hali ise evvela örtmek sonrada örtmenin üzerini örtmek hali! Yani inandım deyip de esasen iman etmemek hali; müzebzeb ol-mak hali yani bir o yana bir bu yana gitmek hali.

            “Onlar namaza kalktıkları vakit, üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı ancak birazcık anarlar. Onlar (küfr ile iman) arasında bocalayan bir sürü kararsızlardır. Ne onlara ne bunlara (mal olurlar). Allah kimi şaşırtırsa, artık ona yol bulamazsın” (Nisa143)

            Ne dersiniz?

            Herkesin hayatı alması gereken yolu belirler. Varoluş eylemi bitmez. Ölüme kadar sürer. Buda her daim ol-mak dolayısıyla, olasılıklarla burun buruna gelmek demektir.

Büyüklerimiz yersiz yere “Allah son nefeste iman nasip etsin” dememişler.

Allah bizleri ne eşyanın hakikatini örtmeye yeltenen bedbahtlardan ve nede bir o yana bir bu yana savrulan müzebzebin sınıfından eylemesin

  Yalnız başımıza çıktığımız bu yolculukta var-oluşumuzu düşüşlerin/gafletin şerrinden emin kılsın.

            “Ey İman edenler, iman ediniz” buyruğunun ehemmiyetine müdrik ve otokontrolüne dikkat eyleyen kullarından eylesin.

            Âmin!

             Tabii bir de Cenâb-ı Hak Kullarını faideli sohbetlerin ve sohbetçilerin bereketinden mahrum bırakmasın.