Bu yazıyı sonuna kadar okuma lütfünde bulunan okuyucularımdan bir istirhamım olacak. Bitirdikten sonra,  Hucurat Suresini baştan sona okumaları.

            Kastım elbette ki Türkçe meali. Ayrıca hatim iner gibi değil de, ağır ağır, üzerinde dura dura, düşünerek sanki ayetler şimdi iniyormuş gibicesine... İsterseniz sonra sure ile ilgili tefsirlere de müracaat ederek işi derinleştirebilirsiniz.

            Sure bir nida ile başlıyor: Ey iman edenler!

            Demek ki Allah bu ayetleri ile iman edenlere sesleniyor. Kimdir bu İman edenler? Kısaca Allah’a, Peygambere ve Kur’an’ın hak olduğuna inananlar. İşte bu inananlar var ya, surenin ilk ayetindeki “nida” onlara yönelik. Allah bu ayetleri ile dikkatlerini çekip, onlara artı bir şeyler katmayı murat ediyor.

            Günümüzde Müslümanların İslam ile ilgili en önemli sorunu, zannımca burada yaşanıyor. İmanı gereken hususlara iman ediliyor mu? Ediliyor... İman edenler ibadete yönelik amellerini yerine getiriyorlar mı? Herkes kendi gücü nisbetinde getiriyor. Belki mükemmel değil ama getiriliyor. Hem O’na kulluğun gereğince ifası, nimetlerin şükrünün edası için yapılacak amelin sonu var mı ki? Kaldı ki aynı zamanda O affedici ve çok bağışlayıcı değil mi?

            O zaman? O zaman sorun bu nidalarda yaşanıyor. Açıkçası günümüz Müslüman’ı bence “ iman” ve “amel” noktasında değil de “zihniyet” noktasında dini ile rabıta kuramıyor. Zihniyet olarak “Müslüman” olamıyor.

            Doğan boşluğu çeşitli ideoloji ve ithal sosyal projeler dolduruyor.

            Hâlbuki iman edenlere yönelik nidalar, o iman edenlere,  yaşadıkları zaman diliminde karşılaşacakları problemler ile baş ederlerken, dayanacakları temel noktaları belirtiyor. Kısacası “zihniyet” oluşturuyor. Her devrin iman edenleri, oluşturulan bu zihniyet ile kendi çağlarının problemleri ile boğuşurlarken, aynı zamanda, diğer toplumlarla olan farklarını da ortaya koyuyorlar. Zira fark, sadece yapılan ibadetlerin formatında değil, ancak hayata katılan değerlerin farklılığında varlık bulabiliyor.

            Aksine bir durumda dünyada tek bir zihniyet, tek yaşam tarzı, sadece bir tane medeniyet hâkim olmuş olur ki, bu hayatı tekdüze haline getirirken, aynı zamanda tek ahlakın hüküm ferma olması sonucunu da doğurur.

            Adına ister “batı” istek “kapitalist” diyelim günümüzde bu nedenle tek ahlak hâkim. Hem de küresel bir vaziyette.

            Tekrar ayete dönelim: “Ey İman edenler!” nidasından sonra bizlere “Allah’ın ve Resulünün huzurunda öne geçmeyin” diye emir buyruluyor.

            Bu ayet sadece Peygamber dönemindeki Mekke ve Medine’deki Müslümanlara mı hitap ediyor? Elbette ki değil, bizlere de hitap ediyor.

            Biz “iman edenler”e diyor ki: Aman ha, sakın yanılıp da Allah ve Resulünün huzurunda öne geçmek edepsizliğini işlemeyin.

            Ayetteki “huzurunda” lafzını büyük mütefekkir ve müfessir Fahruddîn Er-Râzî şu şekilde tefsir etmektedir: Huzurunda olmak, iki taraftan birinin kadru kıymetinin yüce diğerinin ise köle olduğunu gösterir. Yani bizler kendimizi kimin huzurunda hissediyor, kime “huzurundayız” diyorsak, onu yüceltiyor kendimizi onun karşısında alçaltıyoruz demektir.

            Günümüz insanlığı kimlerin huzurunda saygı ile durarak kimlere kendisini gönüllü kul ve köle yapmadı ki?

            Âlimimiz devam ediyor: Buradaki Hz. Peygambere saygı, gönderenin Allah olması, O’nun elçisi olması nedeniyledir. Bir elçiye saygı, gönderenin uzak olması halinde muttali olamayacağı düşünülerek terk edilebilir. Hâlbuki bizler her dem Allah’ın huzurundayız. O zaman Peygambere saygı bütün zamanların Müslümanları için farzdır.

            Lakin dikkat! Peygamber asla bir hayat tarzı yahut ideoloji ortaya koyan “asıl” değil bir elçidir. Şerefi de elçiliğinden geliyor. Ancak burada atlanmaması gereken bir başka incelik daha mevcut: Tamam Peygamber elçi fakat hâşâ asla bir postacı değil. O ne getirdiğinin şuurunda; getirdiğini nasıl anlamış ve ne şekilde tatbik etmişse, ondan sadır olan bütün bunlar ümmetini bağlar. Yani bizler Allah’ın dinini ne Peygamberinden iyi anlar ve nede ondan farklı bir şekilde tatbik edebiliriz.

            Bu bağlamda Fahruddîn Râzî bu ayette “bir takva olmak üzere nefislerinizi öne geçirmeyin ve onlara öncelik tanımayın” ihtarının bulunduğunu da hatırlatır.

            Nefislerimizi öne geçirmemek… Demek ki  “Allah’ın ve Resulünün huzurunda öne geçmeyin” emrinin bir anlamı da buymuş!

            Hak olan yani olması gereken, fakat bir o kadarda çetin bir hususiyet bu nefislerimizi öne geçirmemek mevzuu.

            Devam edeceğiz, inşallah.