Hayatın geçişinde herkes için uyulacak genel kurallar ve bunun yanında insanın tercihiyle özelleşen bir takım sonuçlar ortaya çıkar.

Allah; yaratırken yaratılmışların tümü için geçerli olacak genel geçer ölçüler diye tarif edebileceğimiz sünnetullah kavramı sınırlarında insanı ve diğer yaratılmışları oluşturur.

İnsan hak ettikleri ile beklentileri arasında gidiş-gelişler yaşarken; gerçek durumunu veya konumunu tespit edebilmek için yapması gerekenin daha çok aklın kullanıldığı ve kendine gönderilmiş hayat tarzı olan kitabın hükümlerine göre değerlendirmekle doğru bir iş yapacağını kavraması gerekir.

Beklentilerin yüksek olması hak ettiğiniz anlamına gelmediği gibi; bulduklarınız şaşırarak sevinmek veya üzülmek şeklinde ifade edilecek bir tavırla karşılamanız da çok normal olmayacaktır.

Hayatta pek çok şeyi aklını kullanarak kestirebilecek zekâya, tecrübeye sahip insanın; Allah (c.c)ile kulu olmanın bilincinde ilişkilerinde de sonuçlarını kestirebilecek kadar akıllı olduğunu biliriz.

Sonuçlarla karşılaşıldığında aklını kullanan birinin, henüz sonuçlara uzun vakit var diye bildiği başlangıç noktasından itibaren ölçülü ve dikkatli giderek; hayatın sahibi olan Allah’ın isteklerini dikkate almakla kendisi için hayırlı olacak asıl sonucun kestirilmesi için bir yol açmış olacaktır.

Daha önceki yaşayan toplumlardan verilen somut örnekler; aslında sebep sonuç ilişkisi kurulurken, pratik tecrübelerin aktarımını sağlaması ve yeniden keşiflerde bulunmaya gerek kalmadan sonuca ulaştırabilecek netlikteki örnekliklerdir.

Geçmiş toplumların deneyimlerini dikkatlice düşünmekle bile yapılması gereken sorumlulukların farkına varabilmek mümkün ve gerekli iken; tecrübenin göz ardı edilerek bir yerlere varılabileceğini ve yeterince göz açık yaklaşımlarla gidilen yola rağmen, sonuçların değiştirilebileceğini savunanların bulunması sonuçları değiştirebilecek nitellikteki etkenlerden olmayacaktır.

Gittiğiniz noktayla ilgili yol değişikliği yapmadan, hedefin değiştirileceğini düşünmek; safdillik hatta aptallık olur.

Önce gidilen yolun nereye doğru gittiğini iyice değerlendirmek, sonrasında varıldığında şaşırmamak için de tedbirleri almak veya tedbirsizlikten meydana gelecek sonuca katlanmak gerekir.

İstanbul otobüsüne binerek; yolculuk anında kendinizi Mekke’ye gider gibi düşünmekle kesinlikle Mekke’ye değil İstanbul’a varmış olursunuz.

İstediğiniz kadar büyük hayaller olsun, hayallerinize giden yolda değilseniz; sadece başkasının hayal ettiği hedefe gidersiniz.

Umduklarınızla değil; bulduklarınızla gidişatınızı gözden geçirmek zorundasınız.

En iyi şeyleri ummakla sahip olmak mümkün olmayacağı gibi; hep kötü şeyler bekleyip ümitsizlikle -ümitlilik arasında iyi şeyleri halk etmenin mücadelesini verirseniz umulur ki iyiyi sonuç olarak yakalama ihtimaliniz daha yüksek olacaktır.

İyiye ulaşmak için gereklerini yapmak veya bu konuda çaba göstermek, değerlendirilmenizde göz önünde bulundurulacak bir esas olacaksa; hiç bir şey yapmadan iyiye ulaşacağını hayal etmek ancak aptallık olacaktır.

Her toplumda iyiye yönlendiren birilerinin olduğu herkesin bildiği bir durum iken; kendilerine doğru yol gösterildiği halde, ciddiye almayanların sebepleri de çok manidardır.

İnançlarında bile alışkanlıklarından vazgeçmek istemeyen mantıkların; inançlarında bile geleneksel olarak gelen inanç alanlarında değerlendirmeye tabi tutmadığı inanç şekilleri oluşturmakla, kafasını rahat tutabileceği hayal dünyasında inandığını ve yaşadığını fark etmek istememiştir.

İnançlarında alışkanlıklarından oluşturduğu sınırlar içinde kalarak mutlu olmaya, mutlu kalmaya çalışanların; davet edildikleri doğrulardan uzak kalıp tehdit edildikleri azapla yüzleşmeyi göze almaya kalkışmaları akılla ve izanla ifade edilebilecek bir şey değildir.

Sözlerin veya hatırlatmaların doğrulanmasını yapabilmek için; azabın gelmesini beklemeye başlamanın akılla izahı da mümkün değildir.

Emanetle, emanetin sahibi arasındaki farkı görmeyen yaklaşımların; aslında kendince yeni çıkarımlarla haklı olacaklarını zannetme zehabına kapıldıklarını görmek gerekir.

Emanetin sahip çıkılması gereken bir sorumluk iken; emaneti getirene saldırmakla hiç kimsenin kendini haklı çıkarması mümkün değildir.

Emaneti ulaştırmakla görevli olan tüm peygamberlerin ortak bir kader olarak, karşı tavırlarla karşılaşmaları işin gereği olduğu gibi; karşı çıkanlarında azabı hak etmeleri kaçınılmaz sonuç olacaktır.

İnsanın kendinin helakine sebep olacak yağmur bulutlarının bile rahmet bulutu olmasını istemesi; hak ettiklerini anlamayıp, çıkarlarına göre hayata bakarak yine felaket yüklü bulutlardan bile kar amacına yönelmelerine ama diğer taraftan da körlüğe sebep olarak, sorumluluklarını yerine getirmeden batık tüccar gibi karlı çıkacağını zannetmesine sebep olmuştur.

 Hem meydan okuyup hem de beklemediği sonuçla karşılaşan insan; kendini haklı çıkarabilme adına yapacağı tüm girişimlerin de sonuçsuz kalmasını hak etmiş durumdadır.

Dünyalıklara sahip olmak adına tüm akılsız işleri yapmayı açıkgözlülük zannedenlerin abartarak sevdikleri dünya; kıyamete kadar kalacağı halde, zan sahiplerinin kendilerinden eser kalmamıştır.

Yapılarıyla ayakta kalacak dünyanın, yapıcıları kaybolup gitmiştir.

Kaybolmayacak tek şey Allah’ın rızası ve rızasına uygun işlerden ahirette karşımıza çıkacak kayıtlardır.

Salih davranışlar; ancak Allah’ın rızasını arayarak yapılacak işlerden elde edilecek getirilerle kıyamette yüzümüzü güldürecektir.

Her şeye rağmen gözetilmesi gerekeni görmezden gelenlerin; cezalarını bulacaklarını da hatırlatmak ve güzel bir dille görevine dönmesini tekrar ifade etmek gerekir.

Rabbimiz de bu konuyu şöylece ifade eder.

 

 

 

 “Onlar, "Sen," dediler, "Bizi tanrılarımızdan soğutup vazgeçirmek için mi geldin? Öyleyse, eğer hakikat erbabı isen, bizi tehdit edip durduğun şu (akibeti) gerçekleştir bakalım!"

” O, "(Bu akibetin ne zaman gerçekleşeceği) bilgisi Allah katındadır." dedi, "Ben, sadece bana emanet edilen mesajı size iletiyorum; ama görüyorum ki siz (doğrudan ve eğriden) habersiz bir kavimsiniz!"

” Sonuçta yoğun bir bulutun vadilerine doğru yaklaştığını fark ettiklerinde, "Bu, bize (bereketli) bir yağmur getirecek olan buluttur!" diye haykırdılar. (Ama Hûd,) "Hayır," dedi, "o, sizin (bu kadar müstehzî şekilde) çabuklaşmasını istediğiniz acıklı azabı haber veren bir rüzgardır.”

“Her şeyi Rabbi'nin emriyle yakıp yıkacak (bir rüzgar)!" Onlar öylesine çarçabuk silinip gittiler ki geride (bomboş) evlerinden başka bir şey kalmaz oldu: Biz günaha saplanmış bir topluluğu işte böyle cezalandırırız.” (Ahkaf 46/22-25)