Malta sürgünü sonrası Ziya Gökalp sosyolojisinin temel hedefi Osmanlı’yı dışlamak ve zemmetmek olmuştur. Bu kararında, dış ve iç konjonktürün etkisi olduğu tartışmasızdır. Harbi umumi sonrası Batı, Osmanlı’nın olmadığı yeni bir dünya hedeflemektedir. İçeride topluma dikte edilen, hayata monte edilen Kemalist devrimler de aynı amacı gütmektedir. Bu bağlamda Ziya Gökalp’a düşen görev, yürürlükteki gelişmelere meşrulaştırıcı kılıf hazırlamaktan öte olmayacaktır.
            Evvela Osmanlılık nedir?
            Osmanlılık: Türk’ün Doğu’ya önderlik etmek suretiyle Batı tarafından sömürülmesine engel olması halidir. Türkler Anadolu’yu fethedilip bu toprakları İslamlaştırdıktan sonra tarih sahnesinde önemli rol oynamaya başlamışlardır. Doğu’nun sözcülüğü ve önderi görevini yüklenmeden önce diğer Doğu’lu, daha doğrusu Orta Asyalı halklardan farklı bir rol oynamamışlardır. Ne zaman ki Selçuklular vasıtasıyla Araplardan vazifeyi devraldılar ve Anadolu’yu yurt edinerek Doğu-Batı ilişkilerinin denetimini ele geçirdiler işte o günden beri Tarihin oluşumunda temel faktör halini aldılar.
            Bu misyon aynı zamanda onların “milli kimlikleri” de oldu. Böylece Türklüklerini muhafaza edebildiler. Aslında Batı’ya doğru gelen Türkler yalnızca Osmanlı’nın ataları değildi. Mesela Hun Türkleri Atilla komutasında Avrupa içlerine kadar gelmiş ve büyük bir imparatorluk kurmuşlardı. Fakat bu başarıları saman alevi gibi kısa sürdü; Atilla’nın ölümünden sonra dağıldılar. İmparatorluğu kaybetmekle kalmayıp kimliklerini dahi kaybettiler.  Avrupa’daki o halklar artık Türk olmayıp Macar, Bulgar gibi isimlerle anılan Batı’lı toplumlardır.
            Osmanlı Türkleri ise amaçsız değildi. Evvela onların bir cephesi vardı. Ayrıca cephelerinde-Doğu’da- önder konumunu da edinmişlerdi. Böylece Doğu-Batı ilişkilerini denetler konuma ermişlerdi... Türklüklerini bu vesileyle hem Batı ve hem de Doğu tanımış ve kabul etmiştir.
            Bu gayretin altında yatan manevi gücün ‘ İslam’ olduğunu da hatırlayacak olursak, Türkler için “Türklük, Osmanlılık ve İslam” mefhumlarının asla ayrılmaması ve biri diğerine tezat oluşturmaması gereken kavramlar olduğu aşikârca görülecektir.
            Lakin iç ve dış konjonktür bu bileşenin devamında sakınca görünce parçalanması cihetine gidilmiştir. Fakat ortada halledilmesi gereken bir sorun vardır. Evvela bu parçalanma nasıl izah edilecektir? Haklılığı ne şekilde ortaya konulacaktır? Dahası, yerine amaçlanan, yeni karılacak bileşenin ihtiva ettiği yabancı unsurun (Batı Medeniyeti) meşruluğu ne şekilde sağlanmış olacaktır?
            Bu zorlu görev Ziya Gökalp’a düşer. Bu nedenle o evvela önceki formülün bileşenlerini ayırmakla işe başlar. Bunun içinde üç temel dikotomi icad eder: İleri-geri; medeniyet-kültür; Saray-halk ikilikleri.
            İleri-geri dikotomisinde Osmanlı’dan gelen her şey “geri” olarak kodlanmıştır. Bunun yanında “ileri” olan ne varsa Batı’ya has kılınmaktadır. İkinci ayrım medeniyet- hars farklılığı ise, Türk kimliğini “hars” ile sınırlamak suretiyle medeniyete evrensellik vasfı yüklemeyi hesaplar. Çağdaş ve ileri olan uygarlığın Batı uygarlığı olduğu düşünülünce Türklerin medeniyet değiştirmek suretiyle evrensel medeniyete intisabında bir beis görülmemektedir. Saray-halk ikilemi ise Osmanlı’da devlet-toplum arasında ki farkın sanki yaşanan bir çatışma imiş gibi adlandırılarak zihinlere servis edilmesi halidir.(Güneş Ayas. Musiki İnkılâbının Sosyolojisi. Sh:45)
            Amaç Türklerin cephe değiştirmesidir. Doğu’nun sözcülüğünü terk etmesidir. İmparatorluk mirasından vazgeçip Batı ile uyumlu bir şekilde yaşamasıdır. Dünyada olan bitenlere bigâne kalmasıdır. Dahası bu şekilde yeni bir “Türk” kimliği oluşturulmasıdır. Tarihten ve aslından uzak bir kimlik; toplumlar arası ilişkileri denetleyen değil, ilişkilerin peşinden sürüklenen bir toplum olacak şekildeki  ‘uyumlu’ bir kimlik.
            Vakıayı merhum Baykan Sezer şu cümlelerle çok veciz bir şekilde ortaya koymaktadır:
            “..elbet kıyafet devrimi olacaktır. Üniforma değiştireceğiz. Doğu cephesinde savaşırken üniformamız Doğulu idi. Batı cephesine katılınca Batılı asker olduğumuzu göstermek, bunu ispatlamak için mutlaka sarığı atıp şapka giyecektik.(Türk Sosyolojisinin Ana Sorunlar. Sümer Kitabevi.1988 sf: 189)
            Kısacası Batıcılaşmak ile uyumlu yeni bir “Türk” kimliği oluşturmak maksadıyla Osmanlı karşıtı ve Anadolu ile sınırlı bir Türk Ulusçuluğu/Türkçülük anlayışı temellendirilmeye çalışılır. Bu Batı’nın tahayyüllerine uygun olduğu gibi yeni devletin hedeflerine de uygundur. Güneş Ayas’ın ifadesiyle “ bu yüzdendir ki, Cumhuriyet’in Batıya karşı mücadele sonucunda kurulmuş olmasına karşın, kimliğini Batıyı değil, Osmanlıyı ötekileştirerek kurmasına şaşmamak gerekir. (Musiki İnkılabının Sosyolojisi sf:44)