İki gün önce yani Salı günü Van’dan gelen bir dostumla ayağının tozu ile büromda buluştum. Sohbet devam ederken ben isteyerek ve bilerek sözü o malum konuya getirdim ve kendisine dedim ki:

            “Bir Cumhuriyetiniz olacak ve tepenizde bir bayrak dalgalanacakta ne olacak?”

            Dostum hemen ne demek istediğimi anladı ve bana bütün samimiyetiyle yönelerek:

            “Bölünmek isteyen %10’u bile bulmayacak bir azınlıktır. Biz Kürtler Türk kardeşlerimizle yaşamaktan memnunuz” dedi. Bunu derken de son derece ciddiydi. Hatta “bölünmüş olsak bile pek çoğumuz batı tarafına geçer ve orada yaşarız” diye de eklemekten geride kalmadı.

            Bunun üzerine ben kendisine “madem öyle PKK’nın cinayetlerine neden tepkisiz kalıyorsunuz?” diye sordum.

            Kendisi bana bir ara buna kalkıştıklarını lakin çevresinin kendisini ‘ hedef olursun’ diyerek geri çektiğini söyledi. Bende bu olayı biraz açmasını isteyince bana aynen şöyle cevap verdi:

            “PKK ya hedef olacağım... PKK’nın yönetimi ile derin devlet birlikte bu savaşı bitirmek istemiyor. Bu savaştan çıkarları var. PKK’nın üst yönetimi savaş biterse pek çok şey kaybedecek. Şu anda onlar barış zamanında elde edemeyecekleri kadar güce hükmediyorlar. İçlerinde Kürt olmayanlarda var. Hatta hapse girmeyip Avrupa da bir ülkeye yerleşmeyi bile istemeyip savaşı sürdürüyorlar...”

            Ben Kürt olmayan yöneticinin ismini sorunca Duran Kalkan olduğunu, kendisinin Karadenizli Laz olduğunu söyledi. Doğrusu bu söz bana hiç garipsenecek gibi gelmedi. Çünkü resimlerinden hatırladığım kadarı ile daha çok bir Karadenizliyi andırıyordu.

            Kâtibim Canan İrez, dostuma “Bu ülkenin ekmeğini yiyorlar neden anarşi çıkarıyorlar” mahiyetinde bir soru sorunca dostumun biraz içerlediğini fark ettim.

            Her ne kadar sizlere sohbet ettiğin kişiden ‘dostum’ diye bahsediyorsam da kendisi benden 11 yaş büyük bir kişi olup yıllarca Van Vilayetinde siyasetle uğraşmış, merhum Ecevit’in partisinde İl Başkanlığı ve İl genel Meclisi üyeliği yapmış, müteahhitlik şirketi olan varlıklı bir kişidir.

            Dostum Canan’a yönelerek “Türkler Anadolu’ya gelmeden önce bizler bu topraklarda yaşıyorduk. Alparslan Bizans’a karşı savaşırken İdris-i Bitlisi Hazretleri binlerce Kürtü silahlı vaziyette Türklerin yanına gönderdi” diyerek cevap verdi.

            Dostumun hissiyatını anlamıştım. Canan’ın sorusunu “hem ekmeğimizi yiyorsunuz hem de huzursuzluk çıkarıyorsunuz” şeklinde algılamıştı. Bu nedenle Kürtlerin bu toprakların Türkler gibi asli unsuru ve sahibi olduğunu vurgulamak ihtiyacını hissetmişti.

            Dostum konuşmasına devam ederken dağlarla ‘Ne mutlu Türküm diyene’ diyerek yazılmasını, çocuklarına okullarda her gün okutulan  ‘Türküm doğruyum’  diye başlayıp “varlığım Türk varlığına armağan olsun” şeklinde neticelenen andımızın kendilerini çok rahatsız ettiğini bildirerek:

            “Ne mutlu Türkiye vatandaşlarına” demenin daha yerinde olacağını söyledi.

            Dostumun konuşmasında dikkatimi çeken bir cümlesi vardı ki onu da zikretmesem kendimi rahat hissetmeyeceğim.

            “Başbakan Erdoğan 1,5 yıl önceki Erdoğan değil” Dostum Başbakan’ın milliyetçi bir söylemi giderek benimsediğini ifade ediyordu.

            Yine bu durumun, sadece kendisinin değil yöresinin kanaati olduğunu söyleyince doğrusu üzülmedim değil.

Üzüntüm asla bir parti taraftarlığı ile rabıtalı olmayıp, Başbakanın yörede sevgisinin azalması halinin Kürt milliyetçisi bir partinin taraftarının yörede artması anlamına gelmesi nedeniyleydi.

            Dilerim ki  bu  menfi değişimin farkında olması gerekenler farkındadırlar.

            Dostum son olarak hepimizin Müslüman olduğunu vurgulayıp büromdan ayrıldı. O ayrılırken asla bölünmeyeceğimize dair inancım daha da kavileşiyordu.

            Çünkü bizler bölünmesi mümkün olmayan bir çekirdektik.

           Geleceğin muhteşem günlerini bağrında taşıyan bir çekirdek...