Bu hafta gazetelerde yer alan iki haber insan iradesinin ve özgürlüğünün nasıl yok sayıldığının göstergesi olarak karşımıza çıktı.

           İlk haber ‘’çocuk gelinin eşine hapis’’ başlığıyla verilmiş. Özetle; 6 yıl önce 13 yaşında bir kızla 19 yaşında bir erkek ailelerini ikna ederek evlenmişler. Bir hastaneye düşme durumunda evli oldukları söylemeleri üzerine haklarında kamu davası açılmış. Kızın babasına 4 yıl, eşine 8 yıl hapis cezası verilmiş. Şuan 4 ve 2 yaşında iki çocuğu olan anne 19 yaşında. Babasının ve eşinin hapse girmesiyle yıkılan genç anne şu beyanda bulunuyor:‘’Babam beni zorla vermedi, Ahmet beni zorla kaçırmadı. Keşke hastanede polise sadece arkadaş olduğumuzu söyleseydik, şuan çocuklarımla babasız kalmazdık.”

            Haberi okuyunca bu durumu doğuran hukuk mantığının tartışılması zorunluluğunu hissettim. İnsan iradesini, seçimini böylesine yok saymak hukukun amaçlayabileceği bir şey olabilir mi? Burada mağduriyeti hapse atılan baba ve eş mi doğuruyor yoksa hukuk mu? Her olaya belirli- kalıplaşmış şablonlarla yaklaşmak mı? doğru ; yahut her olayı özel şartlarına göre değerlendirmek mi?. Hukuk niçin bu kadar statik ve jakoben. Her olay için kanun mu çıkarmak gerekiyor? Bu mümkün mü ?

           Kanaatimce şu an ki pratik (reel)çözüm; bu tür olaylara verilen kararlarda  insan iradesi ve özgürlüğü öncelenmeli ve insan onurunu korumak amaçlanmalıdır. Verilecek hükümde bu genel perspektif bir süzgeç gibi değerlendirilmelidir.

             Kalıcı adil çözümse(ideal) ; tapuları aşarak, modern hukuk felsefesinin dayatmalarından, kadim hukuk anlayışının engin denizine yelken açmakla mümkündür.

             İkinci haber; eski İstanbul valisi Erol Çakır  darbe ve muhtıraları araştırma 28 şubat alt komisyonuna verdiği bilgilerde; İmam Hatip Lisesinde okuyan kızları tek tek  fotoğraflarını çekerek fişlediklerini, bu hususu memleketin en önemli meselelerinden biri sayarak İl Emniyet komisyonu toplantısında sunum yaptıklarını ve müdahale ederek çocukların başlarını zorla nasıl açtırdıklarıyla ilgiliydi. Söze geldi mi Kurtuluş Savaşını ateşleyen olayın; Fransız  askeri tarafından bir bayanın başörtüsünü açmaya kalkmasıyla Sütçü İmam  tarafından sıkılan ilk kurşun olduğunu anlatırız. Öyle ki, o güzel insanın adını bir üniversiteye isim olarak dahi veririz; ama o üniversiteye başörtüsüyle gelen kızın başını zorla açtırırız. Fransız askerlerinin yapamadığını kendi içimizden birileri fazlasıyla yapmaya kalktığında toplum olarak  sesimiz çıkmadan seyrederiz.

                Bu ülke neler yaşadı, hala yaşamaya devam ediyor. Bugün üniversiteler de kızlar başörtülü okuyabiliyor olsa da aynı insanlar yarın bir kamu kuruluşunda çalışmak istese durumları ne olacak. ? Başörtülerini mi açacaklar? Bu nasıl bir durumdur. Başını örtmüş bir bayan 3 sebepten örtüsünü açamaz , açmamalıdır.

 

             1-) Eğer başını Allah’ın  emri gereği inancından dolayı örtüyorsa kalbi buna izin vermez, huzur duymaz.

             2-) İnsan özgürlüğü ve onuru açısından bu durum kişiliğin kırılması, zedelenmesidir. Hangi kurum olursa olsun çalıştırdığı kişinin işini nasıl yaptığını sorgulayabilir, kontrol edebilir. Fakat işi ile ilgisi olmayan nasıl giyindiği, ne düşündüğünü sorgulamaya hakkı yoktur. Sorgularsa bu kölelik hukuku  olur.

              3-) Bin yıldan fazladır toplumun tüm genlerine işlemiş giyim ve yaşayış tarzını benimsemiş  insanları toplumdan dışlamak ve temizlemeye kalkmak tarihe ihanettir. Toplumda süreklilik olmalı ki gelecek kuşaklar kim olduğunu öğrensin; yoksa  başka toplumların taklitçileri , köleleri durumuna düşerler.

                Geçmişte yaşananlar tüm toplum bireylerince değerlendirilmeli ve geçmişte sessiz kalmanın vebalinden, en azından bugün kurtulmak için ne yapılmalıdır sorusuna, kendince cevap aramalıdır.

                  Kanaatimce bulunacak cevaplardan ilki; başörtülü çalışmak isteyipte, başını açan ablaların başlarını (tüm psikolojik baskıları, önyargılı tutumları hiçe sayarak)  açmamaları;  açık ablaların da hemcinslerine bu hususta her türlü direnme desteği sunmaları olacaktır.

 

 

 

İnanca, insan onuruna ve Tarihe yakışan budur.