Efendimiz hazretleri artık yoktur. Her ölümlü gibi oda ruhunu teslim etmiştir. Ümmet bir araya gelerek olayı mütalaa etmiş ve serbest iradeleri ile başlarına Sıddık makamındaki Ebubekir’i seçmişlerdir.

            Biat verip yükü onun omuzlarına yıkmışlardır.

            Halife Ebubekir bir gün arkadaşlarına döner ve derki “ şayet sapar da Kur’an ve Sünnet yolunu terk edersem ne yaparsınız?”

            Arkadaşları hiç tereddüt etmeden cevap verirler” seni bu kılıçlarımızla düzeltiriz!”

            Bu cevabı alan koca halife ellerini açarak âlemlerin Rabbine şükreder: Bana böyle arkadaşlar nasip ettin diye.

            Kitap ve Sünnet: hukuk demek, onlardan sapmak ise hukuktan sapmak, keyfi olarak hükmetmek demek… Hukukun üstünlüğünün tartışıldığı kutlu bir meclis... Arkadaşları Ebubekir’i cevaplarken ciddidirler. Çünkü onlar, ona “biat” etmişlerdir. Biat: iki taraflı bir akit; ilki hukuka riayet edecek, diğerleri de onun hukuku ihlal edip etmediğini kontrol edecek.

            Anlayacağınız bazılarının sandığı gibi kayıtsız şartsız itaat değildir biat etmek.

            Ümmet arkasından Ömer’i halife seçer. Adaletin simgesi olan Ömer! Bir gün Cuma hutbesi için minbere çıkar, tam hutbeye başlayacaktır ki ona biat eden yani rızası ile oy verip onu halife seçen bir Müslüman ayağa kalkar ve “evvela üstündeki giysinin hesabını ver “der. Zira herkese dağıtılandan daha fazla kumaşın üzerinde olduğu hemen anlaşılmaktadır.

            Halife oğlum cevap versin der. Oğlu ayağa kalkar ve der ki “ben bana düşen kumaş hissemi babama verdim, üzerindeki giysi o şekilde dikildi” der. Hesabını veren halife artık cemaate konuşmaya hak kazanmıştır.

            Daha sonra yine Müslümanların rızası ile Halife Osman bu ateşten gömleği üzerinde bulur. Hayâ timsali bu halifenin iyi niyetinden istifade eden kötü niyetliler kurulu olan bu hukuk düzeninin altını sinsi sinsi oymaya başlarlar.

            Onun zalimce katledilişinin ardından Müslümanlar yine aralarında istişare ederek başlarına Ali’yi getirirler. Lakin İlmin Kapısı olan bu halifenin dönemi tam bir kargaşa dönemidir.

            Şam Valisi Muaviye isyan eder. Müslümanlar arasında halen daha izleri devam eden kıyasıya bir savaş cereyan eder.

            Bu savaşta Halife Ali taraftarlarına aynen şöyle söyleyecektir:

            “Gidiniz! O zümre ile muharebe ediniz ki, kendilerini müstebit ve zorba Melik, Allah’ın kullarını da köle yapmak isterler.”

            Halife Ali haklı çıkmıştır. Olan olmuş ve maalesef halifelik dönemi sona ermiş ve babadan oğula geçen saltanat devri başlamıştır.

            İslam’ın o nezih hükümleri kalkmış yerine cahiliye döneminin Arap adetleri ikame olmuştur. Kabile anlayışı ile zorbaca biatler alınmaya başlanmıştır. Diğer bir ifade ile eskiden biat/seçim ile halife tespit edilirken, şimdi belli kişiye rıza hilafına zorla biatler alınmıştır.

            Emir Muaviye kendisinden sonra oğlu Yezid’e biat alırken kullanılan zulmün ve zorbalığın ayrıntıları ile anlatılmasının bir fayda sağlamayacağını biliyorum. Bu nedenle bir örnekle kifayet edeceğim. Emevi Saltanatında halife Ali’ye hutbelerde yıllarca küfredildi, hakaretlerde bulunuldu. Buna dayanamayıp karşı çıkan bir gurup Müslümana yönetim ceza olarak ölümü uygun gördü. Ve bunlardan birisinin cezası diri diri gömülmek şeklinde infaz edildi… Ne korkunç, ne iğrenç bir zulüm değil mi?

            “Ben Kral değilim, senin gibi kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” diyen peygamberin kutlu ve adil yönetimi bitmiş ve yerine Kisraların ve Kayserlerin dönemi başlamıştı.

            Şimdi sorun şurada: Müslümanlar şuur altlarına yerleşen itaat kültürlerini devam mı ettirecekler yoksa Efendimizin sünnetine uyarak serbest rızaya dayanan ve hukukun üstünlüğü esası üzerine kurulmuş bir siyasi yapıyı mı geliştirecekler?

            Bana Efendimizin bu sünneti “sakal” kadar üzerinde durmayı gerektirecek kadar ehemmiyette gibi geliyor.

            Kendimize bu tür soruları sormanın vakti gelmedi mi dersiniz.