Şuan 1700’den 1920’ye Osmanlının son iki yüzyılını anlatan siyasi tarihle ilgili bir kitap okumaktayım.

 2.Abdülhamit dönemiyle ilgili okuduklarım özellikle dikkat çekici. Son iki yüzyılda neredeyse,  batıda ve kuzeyde ki topraklarda sürekli bir savaştan çıkıp diğer bir savaşa giren İmparatorluk; 2. Abdülhamit döneminde, iktidara geldiğinde kucağında bulduğu Osmanlı-Rus savaşı  hariç, 33 yıl boyunca ciddi anlamda büyük bir savaşa  girmeden ayakta kalabilmeyi başarmış. Kış ortasında yalancı bahar misali bu dönem; yorgun bir devlete dinlenme, soluk alma fırsatı vermiş. Sadece dinlenmeyle kalınmamış;  yenilenme, yeniden yapılanmaya yönelik çalışmalar yapılmış. Örneğin, bu dönemde  hiç dış borç alınmadığı gibi, borçlar ödenmeye başlanmış, birçok fabrika açılmış,   vilayetlerde  okullar açılmış,  şuan Medine’ye giden hacı adaylarına gezdirilen tren garı dahil ülke toprakları tren raylarıyla birbirine bağlanmış vs.

 Bu yenileşmelerden öte siyasi ve kültürel anlamda tüm dünya Müslümanlarının birliğinin temin edilmesi maksadıyla üretilen siyasi fikirlerden verimli bir netice doğmuş ve bu dönemde  Hindistan’dan Mısır’a, İstanbul’a   müslümanların birliği ve kardeşliği üzerine yenilenen  bir heyecan dalgası doğmuştur.  

Bu rahatlama ve yenileşme dönemi içerisinde filizlenen askeri ve sivil bürokraside ki yapılanmanın, 31 mart ayaklanmasıyla iktidarı ele geçirmesiyle beraber;  sükûnetin, huzurun yerini tekrar savaşlar, yıkımlar, cinayetler, darbeler, çöküntüler almıştır.

1908’den 1918’e kadar 10 senede neler yaşanmamış ki;  Avusturya’nın Bosna Herseği istilasıyla başlayıp Yunanistan’ın Girid’i, İtalya’nın Trablusgarb’ı ve 1. Balkan harbiyle Balkan devletleri Edirne’de dahil İstanbul yakınlarındaki Çatalca’ya kadar bütün bölgeyi işgal etmişlerdir. Ve asıl korkunç son 1. Dünya Savaşı. Devlet iktidarına hakim bürokrasinin öngörüsüz ve beceriksiz siyasi anlayışıyla girilen bu savaş neticesi; devlet ve ülke neredeyse tamamen işgale maruz kalmış, millet yoksulluk sefalet içerisinde savaşın pençesinde mahfolmuştur.

Tarihi değiştirmek mümkün değil, fakat 2. Abdülhamit iktidarı bir süre daha devam etmiş ve 1. Dünya savaşına girmeyen bir Osmanlı olsaydı; 20. yüzyılda nasıl bir siyasi ve ekonomik tablo olurdu bir düşünelim.

Bu dönemi niçin anlattım?

Yaklaşık bir yüzyıl sonra bu millet tekrar benzeri bir fırsatı yakalamış durumda. Ekonomide, siyasette, eğitimde vs. her alanda bir çıkış, yükseliş dönemindeyiz. En önemlisi Anadolu insanının bir yüzyıldır yaşadığı kimlik ve etnik ayrışma proplemlerini çatışmasız ve ayrışmaksızın  çözümlemesi sürecini yaşamaktayız. Doğusuyla batısıyla, Türk’üyle Kürt’üyle, Sünni’siyle Alevi’siyle, köylüsüyle kentlisiyle vs. her kesimden iki kişiden birisinin onayını, kabulünü almış bir siyasi oluşum, sadece Anadolu insanında değil mazlum tüm dünya Müslümanları nezdinde bir heyecan, umut oluşturdu.

 On yıl öncesini hatırlayalım; ülke bir uçurumun kenarındaydı, ekonomi iflas etmiş İMF denilen örgütün vereceği borç parayla vadesi gelen borçları ödemeye çalışıyorduk. Siyasi olarak hiçbir parti en yüksek %15, %20’nin üzerinde  kabul görmüyor, bu parçalanmışlık içerisinde sağlıklı bir siyasi iktidar oluşmuyordu. Oluşmayan siyasi iktidarın yerini darbeci, vesayetci askeri bürokrasi dolduruyor ve güçsüz bir siyasi yapının varlığı nedeniyle dünya emperyal devletleri istedikleri gibi bu ülke üzerinde hakimiyet kuruyorlardı.

İnsanlar topluluk halinde yaşamak zorundadır. İnsanları topluluk olarak barış, sükunet, huzur içerisinde tutabilmek kolay değil.  Bunun sağlanabilmesinde;  o toplumun  benimsediği siyasi oluşumların özgür seçimlerde %40-%50-%60 oy alabilmesi önemli olduğu kadar, her zaman ulaşılabilecek bir siyasi durum da değildir. Daha da önemlisi doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine  her bölgede 1 veya 2. parti olabilen bir siyasi anlayış ve yapı; o devlet ve millet için büyük bir fırsattır.

Bu fırsatı heba etmeyelim. Bu fırsat heba edilirse; bilin ki tüm millet gibi,  bundan en çok onu heba ettirmeye çalışanlar zarar görecektir.

Son günlerde siyasetin siyasi argümanlarla (seçimle)  değişmeyeceğini düşünen ve siyaseti siyaset dışı yöntemlerle ve özellikle yargı-emniyet olanaklarını kullanarak, dizayn etme  çalışması yürütenlerin; başarılı oldukları takdirde Türkiye’nin nasıl bir geleceğe uyanacağını, 100 yıl önceki yaşanılanları da  göz önünde bulundurarak, iyi hesap etmeleri gerekir. Şu soruyu kendilerine samimi olarak sormalılar; Ak partinin olmadığı bir toplumda ülkeyi kucaklayacak, yönetecek, toplumun ekseriyetinin oyunu ve memnuniyetini alacak bir siyasi yapı bulabilecekler mi? Farklı ırklardan, düşüncelerden, mezheplerden oluşan bu toplumu bir arada nasıl tutacaksınız ve ekonomiden-siyasete dünyanın emperyal güçlerine karşı nasıl savunup, büyüteceksiniz?

Tarihi fırsatı heba ettirmenin ve tarihi tekerrür ettirme tehlikesinin farkında mısınız?