Deprem felaketinden önce 24 saat ekranlarda ne vardı? Sahi biz uykuda mıydık? Uyandık mı şimdi? Ne yayınlanıyordu hergün, hergün? Şimdi ne seyrediyoruz? Kısa bir hatırlatma yapalım mı? 

Sabah çayımızı içerken magazin, sağlık, ekonomi ve diyet menüleriyle harmanlanmış kahvaltı haberleri. Öğleden sonra kuşağında kocasından  kaçanlar, karısından saklananlar, evinin halısıyla koltuğu uyumsuz bulunup puanı kırıldığı için ağlayanlar... Pilavı lapa, antrikotu az pişmiş olanlar... Akşam yemeği saatlerinde dizilerde eşini kaynanasıyla, görümcesini kayınçosuyla aldatan yengeler, dayılar vs. Yani demem o ki oturduğu evin depreme ne kadar dayanıklı olduğuyla yahut fay hatlarının nereden geçip geçmediğiyle ilgili konular ne izleyicilerin ne de televizyoncuların umrunda değildi. Zira bugün ahkam kesip okudukları haber kağıtlarını öfkeli bir şekilde izleyicinin üstüne üstüne savurtanların kanalları neyle meşguldü? Reyting uğruna zihinleri hep boş ve karanlık şeylerle kendileri doldurmadılar mı? Ölüm insanlardan öyle çok uzaktaydı ki bir anda aniden nasıl çıkıp gelebilmişti?

Ne önemliydi değil mi? Avangart kahve köşesiyle alaturka mutfak tezgahının uyumlu olup olmaması. Yahut portakallı ördeğin kremasının yoğun ya da sert olması. Dudağına yahut çenesine dolgu yapıp kaşını yer çekimine inat daha da havaya kaldıranların suni güzelliklerinin dört nala takip edilmesi. Bilmem hangi kıytırık ünlünün aldığı spor arabası, havuzlu lüks villası...

Birkaç hafta daha bol aldatmalı, yalılı, konaklı dizilerden, yufkacıya, börekçiye kaçma formatlı Esra Erol, Müge Anlı programlarından uzak kalırız belki ya sonra... Gene yüksek dozda verilen reytingli görsel uyuşturucularla uyutulmaya devam ederiz... 

.....

Elindeki mikrofonu depremzedenin ağzına uzatan Halk Tv muhabiri ondan bolca şikayet duymak istiyor. Adam da diyor ki "Ben enkazdan çocuğumu hamdolsun sağ çıkardım. Sonra burda çalışanlara yardım etmeğe, yemek dağıtmaya başladım. Allah devletimize, milletimize zeval vermesin, hep yanımızdalardı."

"Tuvalet yok. Buraların hali ne?" diyor muhabir.

"Böyle zamanda etrafa bakılmaz. Bir işin ucundan tutmaya bakılır." diyor depremzede.

Halk Tv muhabiri kendini yemek yahut çeyiz yarışmasında sanıp etrafa puan vermeğe, eksik aramaya devam ediyor. İstiyor ki yanındaki amca bol acılı beddualar savurtsun, bol küfürler etsin. Eli boş, çaresiz, nasihatını alıp gidiyor.

Felaketin boyutu ekranlardan gördüğümüzden çok çok daha fazla. Binlerce bina yıkıldı, binlerce insan vefat etti, yaralandı yahut eşini, anne babasını, çocuğunu, yakınını kaybetti. Burada ihmallerin, suistimallerin, çürük yapılara ruhsat verenlerin, sağlam olmayan zemine bina yapanların hepsi hiç eksiksiz hesap vermeli, cezalandırılmalı.  Ancak öncelikle yapılması gereken nedir? Kimse kendini muaf görmeden yanan yangına su taşıyan karınca misali üzerine düşeni yapmak. Köyde ayağındaki mesini, örtündüğü yorganını sırtlayıp deprem bölgesine götürülmesini isteyen günümüzün Nene Hatunları bu işin bilincinde. Onlar da hissediyor ki devletine, milletine böylesi kötü gününde sahip çıkmazsan dört bir yanda ağzı açık bekleyen çakalların saldırması an meselesidir...

Efendim enkaz altından insanlar çıkarken neden tekbir getiriliyormuş ki bu laikliğe aykırı değil miymiş? Evet enkazdan çıkartılan depremzedeleri korkutmamak, heyecanlandırmamak için kalabalığa, alkışa ve gürültüye maruz kalmaması gerekebilir. Ancak misal 140.saatte enkazdan sağ çıkan Muhammed işaret parmağı havada "Tekbir" getirirken etrafındaki insanların suskun kalması, onun heyecanına ve sevincine ortak olmaması mümkün mü? Günler sonra karşılaşılan mucizeden her Allah'ın kulu etkilenip yüce yaratıcımızın kudretini, büyüklüğünü haykırarak şaşkınlığını ifade edecektir. Enkaz altında kalan bir ateist bile olsa yapayalnız, çaresiz, karanlıklar içinde beklerken illaki bir yaratıcının gücüne ve korumasına sığınmak isteyecek, O'na dua edecektir. Malatya'da arama kurtarma çalışmalarına katılan Çinli Jun Cang, Müslüman olmayı seçerken bizim ezandan, tekbirden rahatsız olan İslam alerjili tiplere hidayet dilemekten başka yapabileceğimiz şey yok.

Allah, aç, susuz, yorgun olduğu halde yeni mucizeleri gün yüzüne çıkarabilmek için hiç durmadan çalışan fedakar gönüllülerimize, madencilerimize, kurtarma ekiplerimize güç kuvvet versin. Biz onlardan razıyız, Rabbim de onlardan razı olsun...