28 Şubat günleriydi. İmam hatip Okullarının orta kısımları kapatılıyor, liselerine üniversiteye giremeyecek düzenlemeler yapılıyor, başörtülü bayan öğrenciler fakültelerden atılıyor, çalışan bayanların başları açtırılıyor yahut iş bıraktırılıyor, dernekler-vakıflar basılıp, aramalar yapılıp kapattırılıyordu. Toplumu sindirmek için insanlar evlerinden gece baskını ile alınıp polis merkezine götürülüyor, avukatlarla görüştürülmeyi bırakın haklarında en küçük bilgi dahi verilmiyor, ne ile suçlandıkları hususunda ki sorular cevapsız bırakılıyordu.

            O günlerde Ankara’da büyük sivil bir miting düzenlendi. Katılımcılar taşkınlık göstermeksizin, çevreye zarar vermeden yürüyüş halinde iken; bir kız eline büyükçe bir Atatürk posteri alıp kalabalığa göstererek meydanlıkta ayakta beklemeye başladı. Onu oraya dikenlerin amaçları belliydi. Topluluktan en küçük bir hakaret, sövme, söz atan olmadı. Ertesi gün basında kahraman kız haberleri.

        Şuan meydanlarda, sokaklarda eylem yapanlara bakıyorum; ellerinde Atatürk posterleri, bayraklar. Sloganlar hep alışılmış aynı içerikte; atanın askerleriyiz, onuncu yıl marşları, sıkıştıklarında istiklal marşı okumaları.

        Bu ülkede en çok ne zaman Atatürk posterleri, bayraklar; meydanlara, binalara asılıyor diye merak ettim. Cevap; darbe zamanları ve darbelerin kutsal ilan ettiği günler oldu.

          -----------

        1950’     ye kadar tek partinin faşizanca despot bir rejimle kapalı toplum olarak yönettiği bu ülkede; siyasi bir hesap verilmemiştir. 1950’de ki ilk serbest seçimde millet bu siyasi hesabı görmüştür. Milletin gördüğü bu hesabı, kendisini milletin efendisi olarak görenler karşı devrim olarak görür.               

Fakat bu despot zihniyet; darbelerle, vesayet yönetimiyle, bürokraside kurmuş olduğu düzenle sürekli iktidarda kalmış, milletin seçtiklerini kukla oynatır gibi oynatmışlardır. Ülkede %98 oranda ki oyla seçilseniz dahi; bu ülkeyi yine biz yönetiriz şeklinde siyasi birrejim geleneği oluşturmuşlardır.

        Meydandakiler; bu geleneğin aktörleri dışarısında, siyasi ve toplumsal bir destek bulamayan, özgür açık bir toplum talebinden uzakta, vesayet rejimin sembolleri üzerinden eylem yapan gruplardır.

        Toplumun büyük çoğunluğuyla aynı haklara sahip olma, özgürlüğün, huzurun ve güvenin her kişi tarafından hissedildiği, dengeli toplumsal bir yapıyı kabullenememe ve toplumsal klanlarının ayrıcalıklarını muhafaza eden kast sistemini yaşatma mücadelesi amaçlı eylem bilinci.

           -------

        Tahrir meydanı ve Arap baharı; despot askeri bürokratik rejime karşı, meydan okuma ve devirme eylemiydi.

        Türkiye de on iki yıldır milletiyle kenetlenmiş siyasi bir partinin;  vesayetçi bir rejimin geçmiş uygulamalarını,  despot düzen ve hukukunu değiştirmeye, darbelerinin hesabını sormaya çalıştığı bir Türk baharı var.

        Şuan meydanlarda milletin iktidarını devirmeye çalışanlar ise etkisini ve gücünü kaybetmekte olan eski rejimi ayakta tutmak, canlandırmak için eylem yapmakta.

        Tahrir mi, Taksim mi? Gülünç oluyor.

        --------

        Tencere tava çalarak eyleme destek verenler; 1997 yılında ki sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemini hatırlattı. O aydınlığın üzerine en büyük toplum mühendisliğinin, insanların hala etkisini üzerinden atamadığı yaşam biçimine fiili müdahalelerin yapıldığıpost modern bir darbe oturtuldu. Meydanlarda “ne darbe ne şeriat” diye slogan atanlar, darbenin meşrulaştırıcısı ve talepçisi oldular.

        ------

        On ay sonra seçim var. O seçimden üç ay sonra bir seçim daha. İktidarın siyasetini beğenmiyorsan sandığa gider düşürürsün.

        Bu eylemler erken yenilginin, seçimlere havlu atmanın ifadesidir. Seçimlerde kazanma umudu olmayan ayrıcalıklı zihniyetin, taleplerini iktidarı işlevsiz hale getirerek, topluma zorla kabul ettirme yöntemidir.

        Seçimlerden sonra inşallah toplum aynı siyasi kadrolara desteğini yenilediğinde, şuan bu eylemlere olağanüstü güzellemeler sunan düşünce sahipleri; bir önceki seçimden sonra Başbakan “seçimi kazanmak için 27 Nisan bildirisini kendisi yaptırdı” diyebilecek kadartraji-komik duruma düşmeleri gibi, bu eylemler içinde benzeri düşünceler üretirlerse şaşmayalım.

        --------

        Eylemler öylesine masum hale getirilerek anlatılıyor ki; hayran olmamak elde değil.

        Eylemler, organize edilirken yapılan faaliyetlere şöyle bir bakıldığında ise resmin gerçek yüzü ortaya çıkıyor. Birkaç örnek vereyim.

        Mısır’da ki tahrir meydanı eylemleri için tüm zamanda sekiz yüz bin tweet atılmış. Türkiye’de ise on günde iki milyona yakın tweet atılmış.

        Anlayan anlamayan, ne olduğunu bilen bilmeyen her kişiyi sokağa dökmek için derin bir çalışma.

        Yine şu ifadeler bu tweetlerden. ”Panzerlerle insanlar ezilip, parçalanıyor.”  “24 insan öldü” vs.

CHP televizyonu Halk tv. ve ulusalcı yayın yapan birkaç tv dışında basının eylemleri fazlaca  ciddiye almaması üzerine; dış reklam pastasının dağıtımcılarından yayıncılara reklam vermeme tehditi yapılmasından sonra tv.ler neredeyse 24 saat canlı yayına başlamıştır.      

              Dış basında “Tayyip Erdoğan gençleri darağacında sallandırmakla tehdit etti” şeklinde haberler yapılmıştır.

        Amerika ve Avrupa’dan siyasiler eylemlere destek nitelikli kaygı ve beyanlarını peşpeşe sunmuşlardır.

        Dünyanın en etkili dergilerinden The Economist’in bu haftaki kapağı “demokrat mı sultan mı?”  sorusunun altında; Tayip Erdoğan’ın sultan kıyafetiyle tespihli fotomontaj fotoğrafı olmuştur.

        Bunları görünce; eski bir ulusalcı olan Yiğit Bulut’un  “bu küresel koalisyonun yerli taşeronları ile birlikte planladıkları darbe girişimidir.” Sözü aklıma takıldı. Yerinde bir tespit.

        Yüzyıllık meselelerini çözen, ekonomisinde ki başarı ve dünya siyasetinde ki aktif belirleyici talepleriyle öne çıkmakta olan bir Müslüman ülkeye; emperyalist küresel odaklar nasıl fren koyacaklar? Bu odaklarca; Türkiye’yi karıştıracak laik yaşam fenomeninden başka ne kaldı?

-------

        Isparta baro başkanlığının akil adamlarla ve ilimizdeki eylemlerle ilgili yayınladığı demeçler; her seferinde vurgu yaptıkları Hafız İbrahim Demiralay anlayışına değil,  genç sivil eylemciler tarafından “darbeci baro defol” şeklinde protesto edilen İstanbul barosu yönetiminin olayları değerlendirişine benzemektedir.

Bu yaklaşım ve demeçler; Isparta Barosuna yakışmaz ve de milletin huzur ve güvenliğine zarar verir.