Oruçken çok güçsüz, çok aciziz. Küçük hareketleri yapmak bile zor geliyor. BEN dediğimiz şeyin aslında sandığımız kadar büyük bir şey olmadığını aksine basit gıdalara, suya muhtaç küçücük bir varlık olduğunu idrak ediyoruz. 

Her gün kolayca elimizi uzatıp bir lokmada yutuverdiğimiz nimetlerin aslında bizim olmadığını, onların yüce sahibi, bizim de sahibimiz ve yaratıcımız izin verdiği takdirde yiyebileceğimizi öğreniyoruz. 

Açlıktan, susuzluktan en çok hiç aç kalmamış insanlar korkar. Hiç oruç tecrübesi olmayan insanlar oruç tuttuğunda ölüvereceğini zanneder. Oysa son yıllarda üst üste gelen felaketlerde çok defa şahit olduk ki insanoğlu aç, susuz günlerce yaşayabiliyor. O zaman anlıyoruz ki bizi öldüren şey açlıktan ziyade alışkanlıklarımız. Sabır eğitimine hiç tabi olmamış, hiç oruç tutmamış bir bünye, sahip olduğu nimetlerin yalnızca cüzi bir bölümünü yitirse bile dünyası kararıyor, yaşamını yitireceğini zannediyor. Son günlerde televizyonda en fazla skeç konusu edilen şeylerden biri her haline şükreden, hamd eden insanların tevekkülü ve sabrı. Oysa modern tüketici insan, ulaşamadığı yahut ulaşsa bile eksilen her lüksü için feveran etmelidir tezi revaçta.

İnsanız... Savaşlar, kıtlık, kuraklık, hastalık, depremler, seller vs. tüm musibetler insanoğlunun görebileceği şeyler. Namaz, oruç, zekat bizi terbiye etmek için yetsin, yetişsin. Bu ibadetlere tüm benliğimizle sarılalım. Rabbimiz bizi kaldıramayacağımız ağır imtihanlarla sınamasın...

.....

Bu Ramazan da alışkın olduğumuz üzere "Bu ayı nasıl daha iyi değerlendiririzden ziyade oruçlular, içki içenleri rahatsız etmeden, nasıl görünmez olabilirler?" mesajı içeren İslamofobik dizilerin bombardımanına şahitiz. "Kapalı kızlar, yahut dindar müezzin erkekler, baskıcı ailelerine bayrak açıp kendi seçtikleri partnerleriyle sarmaş dolaş gezmeliler, nişan, dini yahut resmi nikah önemsiz bir ayrıntıdır." algısı oldukça sempatik yollarla zihinlere boca ediliyor. 

Daha önceki yazılarımda da muhafazakar iktidarın medyayı etkili bir şekilde kullanamadığını defaatle belirtmiştim. Televizyon kanalları mübarek Ramazan ayında çoğunluğu Müslüman bir ülkede İslam dininin mensuplarının yobaz, gerici, dine karşı olan, seküler ve modern ailelerin ise oldukça ileri görüşlü, hoşgörülü ve temiz kalpli insanlar olduğunu gözümüzün içine baka baka altını çiziyor. 

Oysa iktidara yakın televizyon kanallarında İslam'ı en çarpıcı şekilde anlatan gençlik dizileri, aile filmleri çekilmeli ve yayınlanmalıydı. Z kuşağını manipüle eden yayınlara öyle çok göz yumuldu ki anne babayla çocuklar arasında çok derin uçurumlar oluştu. Ebeveynler kendi tecrübelerini çocuklarına aktaramayınca "Onlar tahsillidir, onlar iyisini bilir." diyerek sosyal medya etkileşimleriyle çok kolay yönlendirilen, okumayı araştırmayı sevmeyen nesle tabi olmayı seçtiler. 

Ayağında marka spor ayakkabıları,  ellerinde laptoplarıyla sıkıntı çekmeden büyümüş, yediği önünde yemediği ardında kuşağa, ne bir vakitler maruz kaldığımız hastanede ilaç kuyruklarını, ne 28 Şubat darbe dönemlerini, ne LGBT lobilerinin İslam ülkeleri üzerindeki iğrenç emellerini, ne de her şeye rağmen ülkemizde üretilen İHA, SiHA ve TOGG'u anlatmak mümkün olabiliyor. 

Ailede başlayan eğitim, okul ve çevre etkisiyle şekillense de sosyal medya etkileme gücü açısından ilk sırayı almış durumda. Siyasi tartışmaların had safhaya ulaştığı bugünlerde neticesiz kavganın, itiş kakışın girdabından kendimizi biraz geri çekip gençlerimiz ve çocuklarımız için acilen daha anlamlı projeler geliştirmeliyiz...